20 Ağustos 2018 Pazartesi

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN: "Tek Türkiye; Ancak Kemalizm ile mümkündür." Siyaset Bilimci ve Anayasa Hukuku Profesörü Prof. Dr. Anıl Çeçen, Türkiye’nin siyasal geçmişi ve geleceği üzerine çarpıcı açıklamalarda bulundu. ANAYURT GAZETESİ (Röportaj/Söyleşi) 24 Haziran 2017-Ankara,

Tek Türkiye; Ancak Kemalizm ile mümkündür
Siyaset Bilimci ve Anayasa Hukuku Profesörü Prof. Dr. Anıl Çeçen, Türkiye’nin siyasal geçmişi ve geleceği üzerine çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Gazetemizin sorularını yanıtlayan Prof.Dr. Çeçen, son yıllarda özellikle seçim dönemlerinde siyasetin önde gelen isimlerinin “Tek vatan, tek Türkiye” kavramını öne çıkardıklarını belirterek “Siyasetçiler ellerini havaya kaldırarak sırasıyla parmaklarını sayarken, tek vatan, tek devlet, tek millet ve tek bayrak diye bir sıralamayı halkın gözü önünde yeni bir slogan haline getirmektedirler. Ne var ki, uygulamada iş tamamen farklı bir çizgide tek lidere doğru gitmekte ve halk bu kavramlar ile uğraşırken, tek lider çıkmazına Türk siyaseti saplanıp kalmaktadır” dedi.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş döneminde olduğu gibi yeniden tek partili yapıya sürüklendiği uyarısında bulunan Prof.Dr. Çeçen, “Kuruluş modeli olarak tek devlet ve vatan üzerine yapılandırılmış olan Türkiye Cumhuriyetinin, tek parti ve tek lider çıkmazına sürüklenmesi tümüyle ters bir sonuç ortaya çıkarmıştır” ifadelerini kullandı.
Neden son zamanlarda “Tek vatan, tek Türkiye” kavramı öne çıkıyor ?
Son yıllarda yapılan seçimlerde ortaya çıkan bir slogan olarak “Tek vatan ya da tek Türkiye” kavramı kamu oyunda öne çıkmaya başladı. Bugünün siyasetinin önde gelenleri konuşmalarını yaparken , ellerini havaya kaldırarak sırasıyla parmaklarını sayarken, tek vatan, tek devlet, tek millet ve tek bayrak diye bir sıralamayı halkın gözü önünde yeni bir slogan haline getirmektedirler . Ne var ki , uygulamada iş tamamen farklı bir çizgide tek lidere doğru gitmekte ve halk bu kavramlar ile uğraşırken , tek lider çıkmazına Türk siyaseti saplanıp kalmaktadır . Çağdaş demokrasilerde olmadığı gibi bir tek lider hegemonyası öne çıkartılırken , arkasından tek parti rejimi gündeme gelmekte Türkiye cumhuriyeti devletin kuruluş döneminde olduğu gibi yeniden bir tek partili yapıya doğru sürüklenmekte ve bunun sonucunda da anayasaya göre ulus devlet olması gereken Türk devleti , parti devleti görünümü kazanmaktadır .Bu durumda , ülkenin birliği ve bütünlüğü doğrultusunda geliştirilen tek vatan ya da tek devlet yaklaşımlarının yerini tek parti ve tek lider olgusu almaktadır . Böylesine farklı bir durumun ortaya çıkması da Türkiye’de rejim tartışmalarına yol açmakta ve tek lider oluşumu yüzünden demokrasi yerine diktatörlük sorunu etkinlik kazanmaktadır . Kuruluş modeli olarak tek devlet ve vatan üzerine yapılandırılmış olan Türkiye Cumhuriyetinin, tek parti ve tek lider çıkmazına sürüklenmesi tümüyle ters bir sonuç ortaya çıkarmıştır . Çağdaş cumhuriyet rejimi altında gelişmiş bir demokrasi arayışı içinde bulunan halk kitlelerinin , aranılanın tersi bir otoriter tablo ile karşı karşıya kalması ülkemizde demokratik gelecek açısından karamsar bir ortam yaratmıştır .
Neden içinde bulunulan geçiş döneminde Tek vatan sorunu öne çıkmıştır?
Birinci dünya savaşı ile imparatorluklar parçalandığı için ulus devletler tarih sahnesine çıkmıştır .Bu nedenle yirminci yüzyıl bir ulus devletler çağı olmuştur . Savaş sonrasında gündeme gelen iki kutuplu dünyada aynı zamanda bir soğuk savaş düzeni ortaya çıkarken , savaş sonrasının ulus devletleri böylesine hassas bir dengede varlıklarını koruyabilmişlerdir . Ne var ki , sosyalist sistemin dağılması üzerine gündeme gelen tek merkezli kutuplaşma bütün dünyaya küresel sermayenin başında bulunduğu bir yeni emperyalizmi dayatınca , ulus devletler küresel sermayenin temsilcisi olan tekelci şirketler aracılığı ile tasfiye edilmeye başlanmıştır . Böylesine bir süreç sonunda bütün ulus devletlerin sahip olduğu ulusal ve üniter yapılar aşınmaya başlamış ve zamanla çöküş ile dağılma olguları kaçınılmaz bir biçimde öne çıkmıştır . Ulus devletlerin bağımsızlığı ile ulusal vatanlarına sahip olma şansını yakalayan dünya ulusları yeni dönemde uluslararası tekelci şirketlerin hegemonyası doğrultusunda büyük bir saldırı rüzgarına muhatap olurlarken , aynı zamanda vatanlarını da kaybetme riski ile karşılaşmışlardır . Sınırsız sermaye ile hareket eden küresel şirketler dünyanın her yerini satın alarak ele geçirirken , ulus devletlerin milli sınırları içerisindeki vatanlarına da el koyma aşamasına gelmişlerdir . Bu yüzden küreselleşmeye açık davranan ulus devletler çeyrek asırlık bir zaman dilimi sonrasında vatanlarını kaybetme durumu ile karşı karşıya kalmışlardır . Bu nedenle , küresel emperyalizme karşı ulusların yeni bir anti-emperyalist savaş vererek vatanlarını kurtarma aşamasına gelinmiştir . Türk siyasetinde tek vatan ve tek devlet sloganlarının yükselmesinin arkasında böylesine bir konjonktürel bir durum vardır . Siyaset kadroları da bu doğrultuda seçimlere girerken ya da halk oylamaları sırasında ulusal bağımsızlığı yansıtan tek vatan ve tek devlet kavramlarını dile getirerek , küresel güçlerin emperyal müdahalelerine karşı halkın ulusal tepkilerini destekleyerek haklılık kazandırmak istemişlerdir.
Tek vatan konusu her yönü ile tartışılırken, neden tek devlet konusu da gündeme gelmiştir ?
Teorik olarak vatan ve devlet kavramları birbirinden ayrı olmasına rağmen uygulamada ikisi bir bütün teşkil ettiği için , tek vatan ile birlikte tek devlet konusu da tartışma alanına gelmiştir . Vatan ile devlet kavramları ayrı bilim dallarının inceleme konusu olmasına rağmen , uygulamadaki birliktelikleri tek vatan ile beraber tek devlet arzusunu da tartışma alanına getirmiştir . Vatan konusu coğrafya ve jeopolitik bilimlerinin inceleme alanında olmasına rağmen , devlet sorunu da hukuk ve siyasal bilimin sınırları içerisinde ele alınmaktadır . Ne var ki , devletsiz vatanın olamayacağı gibi vatansız devlet de olamaz . Bu durumun bir istisnası olarak çağımızın sorunu olan Filistin meselesi İsrail meselesinin bir yansıması olarak öne çıkmıştır . İsrail iki bin yıl önce Romalıların Yahudileri kovması yüzünden kaybettikleri devletlerini , yirminci yüzyılda tekrar aynı topraklar üzerinde kurmaya kalkışınca Filistin’lilerin vatanını işgal ederek onların gerçek bir devlete sahip olma hakkını ortadan kaldırmışlardır . Bu yüzden Filistinliler devletlerini kurmalarına rağmen vatanlarını ellerinden kaçırdıkları için tam anlamıyla bir devlet düzenine kavuşmakta zorlanmaktadırlar . Genel Kamu Hukuku bilim dalının getirdiği açıklamalar doğrultusunda, her devletin ülke ya da vatan ,nüfus ya da toplum ile birlikte egemenlik olmak üzere üç tane esaslı unsuru vardır . Bu doğrultuda ,devletler ülkelerini milli sınırlar ile çevirerek kendi yurttaşlarına bir vatan kazandırırken , dünyanın herhangi bir bölgesinde ya da kara parçasında kendi kendini yönetme gücünü kazanmış olan topluluklar da egemenliklerinin sınırını, sahip oldukları siyasal gücün etkisi ile belirledikleri aşamada devletlerini kurdukları anda aynı zamanda kendi vatanlarını da kazanmış olmaktadırlar . Yirminci yüzyılın ulus devletleri bu doğrultuda dünya haritası üzerinde kendi vatanlarını elde ettikleri için , bugünün küresel emperyalizm çağında kendilerini savunurken aynı zamanda vatan savunmasını da birlikte yapmak zorunda kalmaktadırlar .
Türkiye’nin Misakı Milli sınırları ile belirlenmiş olan topraklarının tek vatan olarak belirlenmesi, nasıl mümkün olabilmiştir?
Bu sorunun cevabı tek kelime ile Kemalizm’dir. Kurucu önderin ortaya koymuş olduğu devlet modeli , Kemalizm olarak açıklandığı için Kemalist yapılanma bugün de devam etmektedir . Kemalizm ,bir devlet modeli olarak jeopolitik koşulların dikkate alınması ile oluşturulmuş bir sistemdir . Bir imparatorluk düzeninden ulus devlet yapılanmasına gidilirken , Kemalizm bir eklektik sistem ve bir tarihsel zorunluluğun yansıması olarak güncellik kazanmıştır . Kemalizm, Türkiye cumhuriyetinin anayasal ilkeleri olarak kabül edilen altı ana ilkenin birleşmesi ile uygulama alanına girmiştir . Altı ilke olarak milliyetçilik,cumhuriyetçilik,laiklik,devletçilik,halkçılık ve devrimcilik ilkeleri bütünsel çerçevede savunulmuştur . Bu altı ilkenin ilk üçü Fransız devriminden diğer üçü ise Sovyet devriminden gelen ilkeler olarak ele alınmış ve Türkiye potası içinde birleştirilerek üç dünya arasında merkezi bir devlet modeli kurulmuştur . Batı dünyası ile birlikte Sovyet ve İslam dünyaları aynı dönemde birlikte var olurken, Kemalist model doğrultusunda üç dünyanın dışında yeni bir merkezi yapı olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur . Fransız ve Sovyet devrimlerinin getirdiklerinden yararlanırken , üç ayrı dünyanın kesiştiği noktada ve dünyanın jeopolitik merkezinde hiçbir başka modele benzemeyen siyasal yapılanma Atatürk’ün kurucu önderliğinde gerçekleştirilmiştir . Üç kıta ile birlikte üç yarımadanın da birleştiği merkezi bölgenin özelliklerine göre gerçekçi bir yapılanmaya gidilirken, Kemalist model de güçlü bir ulusal,üniter ve merkezi devlet oluşumu başarılabilmiştir . Bu topraklar üzerinde Kemalist modeli ile var olan Türkiye cumhuriyeti gene aynı model sayesinde ayakta kalarak yirminci yüzyılda yoluna devam edebilmiştir .
Son seçimler ve referandumlarda ortaya çıkan üç Türkiye haritası tek vatan ve tek devlet ilkeleri ile Türkiye’nin geleceği açısından nasıl değerlendirilebilir ?
Türkiye’de yapılan genel seçimler ve referandumlar sonucunda üçe bölünmüş Türkiye haritasının çıkmasının nedeni , Türkiye’yi son dönemlerde yöneten iktidarların devletin kuruluş modelini ihmal ederek ülkeyi yönetmeye kalkmalarıdır .Var olan jeopolitik koşulların zorunlu sonucu olan kuruluş modelinin , batı emperyalizminin merkezi coğrafya için hazırladığı siyasal projelere alet olarak ihmal edilmesinin sonucunda , seçimlerde sürekli olarak üçe bölünmüş Türkiye haritası çıkmaktadır . Meclis başkanı çıkıp laiklik kaldırılmalıdır dediği bir ortamda ülkede var olan farklı din anlayışlarının mensuplarının harekete geçtiği ve Trakya ile Anadolu’nun batı kesimlerine yönelerek , orta Anadolu’da giderek öne çıkmaya başlayan İslam devleti yapılanmasına sırtlarını döndükleri göze çarpmaktadır . Bizans ve Osmanlı döneminden kalma Gayrimüslimler ,Ermeniler,Yahudiler ,Rumlar ve ateistler Osmanlı yıkılırken bu ülkeyi nasıl terk ettilerse ,benzeri bir yurt dışına gitme hareketine bugün de yönelmektedirler . Son yıllarda ülke değiştiren , yurt dışında gayrimenkul alan ve yatırım yapan Türk vatandaşlarının sayıları giderek artmaktadır . Üçe bölünmüş Türkiye haritasında doğu Anadolu’da başka bir ulus devlet oluşumu öne çıkarken , ülkenin Arabistan gibi bir İslam devletine dönüşümü sürecinde de gayrimüslimlerin tepki göstererek iç ya da dış göçlere katıldıkları ,sandıklar açılınca ortaya çıkan seçim sonuçları ile daha anlaşılır bir duruma gelmiştir . Seçimlerin getirdiği üçe bölünmüş Türkiye haritasında devleti kuran parti batı Anadolunun sahil zenginleri partisine dönüşmüştür . Orta Anadolunun Türkçü partisi ise bu bölgede İslam kimliğinin öne çıkması ile batı Anadolu’ya doğru bir taban kayması yaşamıştır . Bir anlamda Doğu Anadolu’da gündeme getirilen bir başka ulus devlete taban kazandırma girişimleri sonucunda milliyetçi parti batı Anadolu partisi konumuna gelmiştir .Doğu bölgesinde ise etnik ayrılıkçı yeni bir ulusçu parti ortaya çıkmıştır .
Emperyalist politikalar Türk devleti için risk
Tek vatan arayışı , Tek Türkiye olgusu ile birlikte nasıl açıklanabilir ?
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu gereği üniter bir devlet statüsüne sahip bulunmaktadır . Batı dillerinde yer almış bir Latin kavramı olan üniterlik sözlük anlamı olarak teklik ya da tekillik olarak anlaşılmaktadır. Üniter devlet denildiği zaman Türklerin ülkesinde tek bir devlet olduğu ve bu devletin ülke sınırları içerisinde bir başka devlete izin verilemeyeceği ifade edilmeye çalışılmaktadır. Türklerin durumu diğer milletler ile karşılaştırıldığı zaman ayrı bir durum göstermektedir. Çünkü çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan bir Türk dünyası tarihsel bir gerçeklik olarak vardır ama Misakı Milli sınırları içerisinde Türklerin tek bir vatanı vardır o da Türkiye’dir . Türk devletinin kuruluşu Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla gerçekleştirilmiştir . Devletin kurucu başkanı Atatürk, Meclisi açış konuşmasında Pan- Türkizm ya da Pan-İslamizim yapılmayacağını , yeni devletin ilan edilen ulusal sınırları içerisinde ülkede barış düzenini tesis edeceğini , böylece bir barış ve güvenlik devleti olarak tarih sahnesine çıkan Türkiye Cumhuriyetinin aynı zamanda dünyada barışı kurmak üzere sınırların ötesine giden her türlü emperyalist politikadan vazgeçeceğini, Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyetinin sınırlarının ötesinde hiçbir biçimde siyasal macera aramayacağını, uluslararası kamuoyuna bir kesin bir söz olarak açıklamıştır . Bu doğrultuda , yirminci yüzyılı bir barış düzeni içerisinde geride bırakan Türk devleti , içinde bulunduğu merkezi coğrafyanın geleceğine yönelik yeni emperyalist projeler yüzünden hem tek vatanı hem de tek devletini kaybetmek riski ile karşı karşıya gelmiştir . Kuzey ve Orta Asya’da yer alan Türk dünyasında milyonlarca Türk asıllı insan yaşamaktadır ama Türk devleti ulusal sınırları ile bağlı kalarak hiçbir biçimde irredantist bir politikaya yönelmemiştir . Vatanın bağımsızlığı için verilen ulusal kurtuluş savaşı sonrasında Türk ulusu milli sınırları ile yetinerek ayakta kalmıştır .
Kuvayı Milliye hareketi yeniden güncellik kazanmakta
Tek vatan olgusu , Türkiye’nin özel koşullarında ne ifade etmektedir ?
Tek vatan Türkiye Cumhuriyeti açısından ulusal kurtuluş savaşı ile ilan edilmiş ve Lozan Antlaşması ile kazanılmış olan Misakı Milli sınırları içinde kalan toprak parçasının bütününü ifade etmektedir . Yirminci yüzyılın soğuk savaş ortamının durağanlığında pek de fazla önemsenmeyen bu konu , ABD dışişleri bakanının merkezi coğrafyada 22 devletin sınırlarının değişeceğini söylemesi ile birlikte fazlasıyla önem kazanmıştır . Bu nedenle ,ulus devletler milli sınırlarını korumaya öncelik vererek , sınırlar içinde yer alan vatan savunmasına yeniden girmek zorunda kalmışlardır . Türk devleti de emperyalizmin bölge devletlerini parçalaması gerçeği karşısında , tek vatan ile birlikte tek devlet kavramını birlikte savunmak zorunda kalmıştır . Yıkılan bir imparatorluğun merkezi alanlarını milli sınırlar içerisinde birleştiren Kuvayı Milliye hareketi, bu yüzden bir asır sonra yeniden güncellik kazanmakta , devlet ve vatan ile birlikte tek millet ve tek bayrak da savunma alanına girmiştir . Türkiye sahip olduğu coğrafi koşullar nedeniyle üç kıta ortasında bir merkezi alanı kendisi için vatan haline getiren Misakı Milli sınırlarını kabül ederek tarih sahnesine çıkmıştır . Trakya gibi Avrupa parçası olan bir kara alanı ile , Anadolu gibi bir Asya yarımadası tamamen jeopolitik koşulların zorlaması yüzünden aynı milli sınırların içinde yer almıştır . Üç büyük yarımada üzerine kurulu bulunan Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilince Balkanlar’da geride kalan Trakya toprakları Küçük Asya denilen Anadolu yarımadası ile birlikte düşünülerek merkezi bir devlet konumunda Türkiye Cumhuriyetinin haritası belirlenmiştir . Rusya Federasyonu gibi bir dev ülkenin merkezi alanı işgal etmesinin önlenmesi doğrultusunda güneyde güçlü bir tampon devlet gerektiği için Türkiye bugünkü sınırlarına sahip olabilmiştir .
Türkiye, yeniden Kemalist modele dönmek zorunda
Atatürk , kurucu önder olarak Türkiye’nin jeopolitik koşullarını iyi bildiği için , bir milli devlet kurarken içe dönük milliyetçiliğin toplumu bölmemesi için aynı zamanda halkçılık ilkesini de kabul ederek ve Halkevlerini bu doğrultuda kurarak halkçılık anlayışı çizgisinde toplumu bütünleştirmeye öncelik vererek, doğu Anadolu topraklarında devletin ulusal kimliği dışında bir başka ulus devletin kuruluşunu önlemeye çalışmıştır . Aynı zamanda Osmanlı döneminde ülkenin batı kıyılarında yer alan ve ekonomi ile ticareti yönlendiren lövanten unsurlar ile Yahudi ,Ermeni ,Rumlar ve Süryanilerden oluşan gayrimüslim unsurlardan oluşan İslam dışı toplumları da dikkate alarak laik devlet yapılanması ile Fransız devrimi doğrultusunda bir batı tipi devlet modelini, Küçük Asya toprakları üzerinde gerçekleştirmeye çalışmıştır . Atatürk cumhuriyetinin temel ilkeleri olan altı ana ilkeyi iç ve dış jeopolitik koşulları dikkate alarak belirlerken , Türkiye Cumhuriyetinin kurucu irade ve model doğrultusunda yüz yıl ayakta kalmasını sağlamıştır . Şimdi dünya yeni bir yapılanma dönemine girerken emperyal projeler Türkiye’nin kuruluş modelini devre dışı bıraktığı için yeniden Doğu Anadolu’da başka ulus devlet oluşumları gündeme getirilmekte , meclis başkanı laikliğe karşı çıkarken , gayrimüslim toplum kesimleri de yeniden batı Anadolu topraklarında İyonya ,Marmara ya da Trakya Cumhuriyetleri kurma girişimlerine yönelmektedirler. Ayrıca İstanbul’un yeniden Vatikan destekli yeni Bizans ya da Konstantinapolis’e dönüştürülmesi girişimleri de , batı emperyalizminin ana hedeflerinden birisi olarak öne çıkmaktadır . Türk halkı seçim sonucunda ortaya çıkan üç Türkiye haritasının bu doğrultuda bölünme ve dağılma sinyalleri verdiğini görmektedir . Yüz yıl önce de bu koşullar varken , merkezde büyük bir ulus devlet kuran Kemalizm bu nedenle yeniden güncellik kazanmıştır . Artık Türkiye yeniden Kemalist modele dönmek zorundadır . Kemalizm ile dünya sahnesine çıkan ve yirminci yüzyılı geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti ,yirmi birinci yüzyılda yoluna devam edebilmek için yeniden Kemalizm’e dönerek ilelebet payidar olabilecektir.
PROF. DR. ANIL ÇEÇEN

Ulus Devlet-Türkiye Cumhuriyeti Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN’in geçen ay içinde “ULUS DEVLET-TÜRKİYE CUMHURİYETİ” adını taşıyan son kitabı yayınlandı. (Söyleşi/Röportaj: ANAYURT GAZETESİ adına M. Yahya EFE)

Ulus Devlet-Türkiye Cumhuriyeti
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN’in geçen ay içinde “ULUS DEVLET - TÜRKİYE CUMHURİYETİ” adını taşıyan son kitabı yayınlandı.
Bu kitabı üzerine yazar bilim adamı Çeçen ile şu görüşmeyi yaptık. Ankara üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN’in geçen ay içinde “ULUS DEVLET - TÜRKİYE CUMHURİYETİ” adını taşıyan son kitabı yayınlandı. Bu kitabı üzerine yazar bilim adamı Çeçen ile şu görüşmeyi yaptık.
Sayın Çeçen neden böyle bir kitap yazmağa gerek gördünüz?
Sayın Efe, son yıllarda giderek küresel bir saldırıya dönüşen emperyalizmin ulus devletleri hedef alması nedeniyle, Türkiye Cumhuriyeti Ulus devletini ele alan ve bu siyasal yapılanmanın bugünün koşulları açısından bütünsel bir değerlendirmesini yapan bir kitap olarak çalışmamı hazırladım. Kitap incelendiğinde görülecektir k, tarihsel süreç içerisinde Türklerin bu topraklarda ulus devlet kurmaları konusunda haklı nedenleri bulunmaktadır. Türklerin ulus devlet kurmalarını sanki suçmuş gibi yansıtan emperyalizm işbirlikçisi ve mandacı federasyoncu bir saldırı kampanyasına karşı, Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini kurmanın haklı nedenlerinin bu günkü Cumhuriyet kuşaklarına anlatılması gerekiyordu. Kitabımın böylesine bir misyonu bulunmaktadır.
Ulus devletler yıkılacak mı?
Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra başlamış olan küresel sermaye ve ulus devletler savaşını yirmi yıl sonra ulus devletler kazanmıştır. Küresel sermaye bütün dünyaya egemen olabilmek için bu doğrultuda ekonomik alanı sınırlayan ulus devletleri ortadan kaldırmayı planlıyordu. Esas hedef şirketler büyürken devletlerin küçültülmesiydi. Bu doğrultuda Sovyetler Birliği ve Yugoslavya gibi federasyonlar parçalanmış, Irak ve Afganistan gibi ülkelere askeri saldırılar ve bölücü savaşlar zorla dışarıdan dayatılmıştı. Şirketler tekelleşerek büyürken, devletlerin eyaletlere bölünerek küçültülmesi planlanmıştır. Bu sonucun elde edilmesi için uluslar düşman ilan edilmiş, etnik kimlikler insan hakları adına desteklenerek ulusal yapılar parçalanarak etnik küçük devletçikler olarak geleceğin eyalet devletleri yaratılmak istenmiştir. Bu doğrultuda Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti ulus devletine ciddi bir küresel saldırı planı küresel sermaye destekli olarak medya üzerinden yürütülmüştür. Ne var ki aradan geçen yirmi yıllık süre içerisinde bu planlar başarısız kalmış ve ulus devletler ayakta kalarak, küresel sermayenin tekelci şirketler aracılığı ile medya üzerinden yürüttüğü saldırı kampanyaları sonuç vermemiştir. Bu nedenle, küresel emperyalizm savaşı kaybetmiş ve ulus devletler bu savaştan kendilerini savunarak ve güçlenerek galip çıkmışlardır. Türkiye cumhuriyetinin bugün dimdik ayakta kalması da bu ulus devlet zaferini açıkça ortaya koymaktadır.
Küresel sermaye emperyalizmi yenilgiyi kabul edecek mi?
Küresel sermayeyi ırkçı bir yaklaşım ile elinde tutan siyonist lobiler, kendi inançları doğrultusunda dünyanın merkezini ele geçirebilmek üzere Büyük İsrail projesini oluşturmak için bir İran savaşını zorla ABD’ye dayatmaktadırlar. İsrail’i kurtarmak çin yapılan bir haksız savaş olarak Irak işgalinden sonra İran’ın gündeme getirilmesi, merkezi coğrafya devletlerinin parçalı bir yapıya zorlanması anlamına gelmektedir. Türkiye’de bir merkezi coğrafya ülkesi olarak Atlantik emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin parçalı bir yapıya yani eyaletlerden oluşan bir federasyona zorladığı bir devlettir.
Bu nedenle Türkiye Cumhuriyetinin ulus devlet yapısını devre dışı bırakmak üzere, ABD ve İsrail ikilisi Türkiye’ye Kuzey Irak üzerinden açılım adı altında parçalanmayı dayatmaktalar ve bunu da demokrasi diye Türk ulusuna yutturabilmenin girişimlerini sürdürmektedirler. Bu doğrultuda küresel sermayeyi kontrol eden Siyonizmin yenilgeyi kabul etmediği ve bütün dünyayı kndi projesi doğrultusunda bir üçüncü dünya savaşına ya da Armegedon adlı kıyamet senaryosuna zorladığı görülmektedir. Küçük İsrail’in iki yüz den fazla ulus devleti karşısına alarak kürsel emperyalizmi siyonizmin zaferi için dayatması bundan sonra mümkün görünmemektedir.
- Türkiye bir ulus devlet olarak gelecekte ne yapmalıdır?
Türk devleti diğer bütün ulus devletler gibi küresel sermayenin dıştan kumandalı saldırı planlarına hedef olduğu için, böylesine büyük bir küresel saldırıya karşı kendisine koruyabilmek üzere, kendi bölgesindeki komşu ulus devletler ile işbirliği yaparak kendisini koruyabilmelidir. İmparatorluk sonrasında Türkiye Cumhuriyeti gibi orta boy bir devlet kuran Atatürk, Mussolini ve Hitler ile Sovyetler Birliği gibi büyük tehditlere karşı ikinci dünya savaşı öncesinde Balkan ve Sadabat Paktlarını oluşturarak Türk ulus devletini kurmuş ulus devletler ile dayanışma halinde bir bölgesel dayanışma ve güvenlik paktına yöneltmiştir .Tarihten gelen bu ders ve uygulamanın günümüzde yeniden hatırlanması , ulus devletlerin büyük emperyal güce karşı kendilerini koruyabilmeleri açısından önem taşımaktadır. Türkiye cumhuriyeti ulus devleti, bu bölgedeki bin yıllık Türk egmenliğinin diğer temsilcileri olan Selçuklu ve Osmanlı döneminden kalan bölgedeki ulus devletleri yeni bir bölgesel merkezi birliğe yönlendirmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin bugünkü yönetiminin başında olduğu devletin krucu iradesini temsil eden kurucu başkan Atatürk’ün izinden giderek ,yeni bir Balkan ve Sadabat paktları oluşumunu merkezi Devletler birliği çatısı altında oluşturması gerekmektedir .Ulus devletlerin tek başına büyük emperyal güçlere karşı güçlerinin yetmediği noktada komşuluk dayanışması içinde hareket etmeleri zorunludur . Balkan ve Sadabat paktları ile Türkiye ikinci dünya savaşına girmekten kurtulmuştur. Bugün İsrail’in zorladığı üçüncü dünya savaşına karşı benzeri bir dayanışma ve güvenlik ittifakına gereksinme vardır.
Bir hukukçu ve kamu hukuku uzmanı olarak ulus devletimiz için ne diyorsunuz?
Ulus devletimize saldırıların işbirlikçi ve mandacı çevrelerin Truva atı olarak hareket etmesiyle tırmandığı bu aşamada, Türk ulus devletinin tarihsel olarak ortaya çıkış sürecini iyi bilmek gerekmektedir Türkiye Cumhuriyeti devleti hukuksal süreç içerisinde meydana gelmiş bir hukuk devletidir. Bu doğrultuda Türk devletinin hukuki dayanakları olan Amasya genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongresi kararları, Atatürk’ün Türkiye Büyük millet Meclisine ilk anayasa taslağı olarak sunduğu Halkçılık Programı, I921 Anayasası ve Lozan Antlaşması metinlerini bugün her Türk vatandaşının iyi bilmesi gerekmektedir. Bu hukuk belgeleri iyi hatırlanırsa Türkiye Cumhuriyeti ulus devletine yapılan saldırı ve eleştirilerin hepsinin haksız ve hukuk dışı olarak kalmağa mâhkum oldukları anlaşılacaktır. Türkiye Cumhuriyeti bugün bütün emperyal saldırılara karşı ayakta kalacak ve kendi ulus devlet modeli ile bütün Avrasya ülkeleri için hem merkez hem de model ülke olarak yön gösterecektir. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün söylediği gibi bir ulus devlet olarak sonsuza kadar yaşamını sürdürecekti. Ben bu kitabım ile böylesine bir ulusal sürece katkıda bulunmağa çalıştım.
M.Yahya EFE röportaj

17 Ağustos 2018 Cuma

SÖYLEŞİ-RÖPORTAJ: "ORTA KORİDOR ORTA DÜNYA’YA KARŞI" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (ANAYURT GAZETESİ Ankara: 30.05.2017) -Çin’in başkenti PEKİN’de düzenlenen İpek Yolu forumunun sonuçları ne oldu?

ANKARA KALESİ 

ORTA KORİDOR ORTA DÜNYA’YA KARŞI 
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
ANAYURT GAZETESİ
Ankara: 30.05.2017
Soru I-Çin’in başkenti PEKİN’de düzenlenen İpek Yolu forumunun sonuçları ne oldu ? 
Cevap -1-Yeni dünya düzeninin kurulması yolunda atılan adımlar içerisinde , Mayıs ayının tam ortasında ( OBOR - Kuşak ve Yol ) başlığı altında yapılan Pekin forumunun, içinde bulunulan aşamada önemi ve anlamı dünyanın geleceği açısından büyük olmuştur . Tarihsel İpek Yolu’nun çıkış noktası olan Çin ,geleceğe dönük önemli bir adım atmış ve 130 ülke ile 70 uluslararası kuruluşun katıldığı bir büyük dünya forumunu kendi başkentinde Yeni İpek Yolunun gerçekleştirme doğrultusunda başarıyla yapmıştır. Bu forumun sonunda 12 devlet ile ortaklık ve 9 ayrı uluslararası kuruluş ile işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır .Ayrıca , Çin30 ülke ile yeni ticaret antlaşmaları imzalarken Pasifik Okyanusundan Atlas Okyanusuna uzanan güzergahta bulunan 65 ülke ile de yeni protokollar imzalanmıştır . Çin Kalkınma Bankası ile Ticaret Bankasının ayrı ayrı projeye destek veren kredileri ile de , Yeni İpek Yolunun bir an önce bitmesi doğrultusunda önemli adımlar atılmıştır . Asya kıtasının doğu bölgesine sıkışmış ve dünya platformundan çok uzak kalan bir jeopolitik konuma sahip olan Çin’in, böylesine dev bir küresel projeye öncülük yapması , bir türlü değiştirilemeyen dünyanın geçmişten gelen yapısını büyük ölçüde değiştirecekmiş gibi görünmektedir .ABD ve batı dünyasının önde gelen büyük devletleri kendi aralarındaki anlaşmazlıklar ve çekişmeler nedeniyle bir türlü yeni bir dünya düzeni oluşturamazlarken , Çin gibi doğunun en büyük ülkesinin , bütün küresel düzeni yakından etkileyecek ve zamanla Çin merkezli yeni bir dünya düzenini gündeme getirecek önemli bir adım , Pekin’deki Yeni İpek Yolu Forumu ile atılmıştır . Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra çökmüş olan eski dünya düzeninin yerini alabilecek bir yeni küresel açılım Çin’in öncülüğü ile gündeme getirilmiştir .Giderek dünyanın bir numaralı ekonomik süper gücü konumuna gelen Çin’in ,yeni büyük dev ülke olarak kendi yolunu açacağı ve bunu geleceğe dönük olarak zorlayacağı son yıllardaki hızlı gelişmeler ile açığa çıkmıştır . Pekin zirvesi ile Çin bu duruma netlik kazandırarak , süper projenin altına imzasını atmıştır .

Soru 2- ABD-ÇİN arasında yaşanmakta olan en büyük olma yarışı bu durumda nasıl etkilenmektedir? 
Cevap-2- I9.yüzyılın ikinci yarısında dünyaya açılan Amerika Birleşik Devletleri , iki büyük dünya savaşı sonrasında dünyanın en büyük siyasi gücü konumuna gelmiş ve 20. Yüzyılda insanlık bir Amerikan hegemonyasına teslim olmuştur.Bütün dünya ülkelerinden kendi ülkesine beyin göçünü düzenleyen ABD ,yerkürenin en güçlü ekonomisine ve devlet yapısına sahip olarak bir numara konumu ile dünyayı yönlendirmeye çaba göstermiştir . İngiltere’nin kurduğu düzeni devralan ABD, batı blokunun efendisi olarak yüzyılı aşkın bir süre süper güç konumunda olmuştur . İngiltere ile yan yana gelerek oluşturduğu Atlantik insiyatifi ile dünyanın bütün kıtaları üzerinde hegemonya oluşturan ABD , soğuk savaş sonrasında kendisinin merkezinde yer aldığı bir tek kutuplu dünya kurmak istemiş ama bunu bir türlü başaramamıştır . Küreselleşme döneminde çeyrek yüzyıl geride bırakılırken , ABD’nin ciddi bir iç kavgaya sürüklendiği , tekelci şirketlerin öncülüğünde bir küresel düzen kurulamadığı ve yeni ortaya çıkan büyük devletlerin kutuplaşmaların ötesinde bağımsız olarak dünya platformuna çıktıkları görülmektedir . Ayrıca Amerikan devletinin sınırları içinde üretim yapan büyük tekelci şirketlerin giderek Siyonist çizgiye sürüklenmesi yüzünden ,Amerikan ekonomisi zor durumlara düşmüş ve Siyonist lobiler şirketlerin desteği ile ABD’yi küçük İsrail’in çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye başlayınca, ABD gücünü yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır . Söz dinlemeyen Amerikalı şirketler ABD devleti ile ters düşünce fabrikalarını Çin’e taşıyarak Şangay Örgütü içinde yer almışlar ve böylece ABD’nin zayıflamasına yol açarak , Çin’in güçlenerek öne çıkmasının öncülüğünü yapmışlardır . Son yıllarda Çin’in ekonomik büyümesinin artması ve ABD’yi geri de bırakmasının ana nedeni ,Siyonist şirketlerin ABD’yi terk ederek Çin’e yerleşmeleri olmuştur

Soru-3-Atlantik emperyalizmi ile Çin arasındaki geleneksel soğuk savaş nasıl gelişmektedir ? 
Cevap-3-İkinci dünya savaşı sonrasında Çin Mao’nun gerçekleştirdiği sosyalist bir ülke olarak kalkınma çabası içine girmişti .Uzun yıllar Afyon savaşı ile uyutulan dünyanın en kalabalık ülkesi , bugün küreselleşme aşaması ile beraber dünyanın önde gelen en büyük ekonomisine dönüşmektedir . Büyük İsraili dünyanın ortasında kurmak isteyen Siyonistler , 21.asırı bir Çin yüzyılına çevirerek yepyeni bir dünya düzeni kurabilmenin çabası içindedirler . Çin malları her geçen gün bütün dünya piyasalarında öne geçerken , Çin deniz ulaşımı yarışında çok gerilerde kalıyordu . İngiltere ve ABD gibi iki büyük deniz gücü denizlerde hegemonyalarını sürdürürken, Çin kıtalar arası ticarette çok gerilerde kalıyordu . Üretimde çok öne geçen Çin nakliyat sorununu çözemediği için ekonomik yarışta gerilerde kalıyordu .Eski İpek yolu İngiltere ve Fransa tarafından kesildiği için Çinliler orta dünya ve batı ülkelerine kara yolundan ulaşamıyorlardı . İşte şimdi yeni imzalanan İpek Yolu protokolü ile Çin’den başlayacak olan orta kuşak yol ve nakliyat hatları Çin ürünlerini birkaç günlük ulaşım sonrasında dünya pazarlarına getirebilecektir .Batı pazarlarına uzaklığı yüzünden ticari rekabet şansı yakalayamayan Çin , Orta Koridor yapılanması ile Pekin-Londra hattını açarak doğunun ürünlerini batılı ülkelerin piyasa üzerinden kullanımına sunabilecektir . İngiltere’nin ABD ile birlikte Atlantik ittifakı içinde hareket etmesi yüzünden, Çin’in Avrupa pazarlarında Londra’yı bırakarak Hamburg ve Venedik limanlarını Atlas okyanusuna çıkış kapısı olarak kullanabileceği ihtimalini öne çıkarmaktadır .OBOR adı verilen ve Orta Koridor olarak tanımlanan Yeni İpek Yolu’nun gerçekleştirilmesi ile ilgili toplantı ve protokollara ABD’nin öncülüğünde İngiltere ve Fransa ile birlikte Hindistan,Avustralya ve Yeni Zellanda gibi Asya ülkeleri de katılmayarak imzalamamışlardır . ABD-Çin arasındaki rekabette eski İngiliz sömürgeleri ile batıya yakın güçlerin Atlantik ittifakı ile ortak hareket ettikleri görülmektedir . Atlantik baskısını sürdüren ABD , Çin’in hegemonyası altındaki bir Avrasya koridoru antlaşmasına engel çıkarmaya çalıştığı açıkça ortaya çıkmıştır . Atlantikçi cephe Pasifik okyanusunu da kontrol altına almaya çalışırken , Avrasya koridorunda Çin’i yalnız bırakabilmenin arayışı içinde olmuştur .

Soru-4- Yeni İpek Yolu oluşumunda Rusya ile Çin arasında nasıl bir ilişki bulunuyor ? 
Cevap-4-Pekin’den başlayan Orta Koridor’un önemli bir kısmı Rusya Federasyonu sınırları içinden geçmektedir .Bu durumda Rusya Avrasya koridoru oluşturulmasında ,Çin ile birlikte hareket etmekte ve bu doğrultuda Asya-Avrupa ülkelerinin bir araya gelmesinde Çin ile birlikte öncülük yapmaktadır . Çin gibi büyük bir kara devleti olan ve haritanın kuzey yarıküresine hapsolan Rusya , OBOR adı ile yapılmakta olan orta kuşak ve yol projesi ile kendi çıkarları açısından yakından ilgilenmektedir . Atlantik emperyalizminin Avrupalı emperyalistleri de yanına alarak Asya kıtasını ele geçirme girişimlerine karşı Rusya ile Çin bir araya gelerek karşı çıkmışlar ve bu doğrultuda bir Şangay İşbirliği Örgütü kurarak bütün Asya ülkelerini batı emperyalizminin doğu ülkelerini ele geçirmesine karşı direnmişlerdir .ABD,İngiltere ve Fransa gibi batılı emperyalistlerin yeni İpek Yolu projesini engellemelerine karşı Çin ve Rusya çok yönlü bir işbirliğine girerek , Asya kıtasının bağımsızlığının öncülüğünü yapmaya çalışmışlardır . Şangay Örgütü çatısı altında başlayan Çin-Rus işbirliği aynı zamanda orta koridorun kurularak işletmeye açılmasında da etkin bir biçimde devam etmiş ve iki büyük ülkeyi her açıdan batılı emperyalistlere karşı bir ortak direnişe sürüklemiştir .Rusya’nın öncülüğündeki Avrasya Ekonomik İşbirliği örgütünün batı pazarlarına ulaşmasında da , OBORprojesinin gelecekte önemli yeri olacaktır . Rusya’nın enerji kaynakları yeni Orta Koridor sayesinde batılı ülkelerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde yaygın bir dağıtım ağına sahip olacaklardır .

Soru-5- Orta Koridor Orta Dünya’dan geçerken ne gibi gelişmeler gündeme gelecektir ? 
Cevap-5-Pekin-Londra hattında geliştirilecek olan Yeni İpek Yolu Orta Dünya adı verilen merkezi coğrafyadan geçerken çeşitli sorunların ortaya çıkacağı görülmektedir . Güzergah üzerindeki bütün devletler yeni ticaret yolunun kendi ülkelerinden geçmesi için çalışırlarken , ABD ve batılı ülkeler böyle bir yaygın projenin gerçekleşmesini önleyebilmenin arayışı içine girmişlerdir .Birinci Dünya Savaşı sürecinde İngilizler Osmanlı topraklarına gelirkenmerkezi coğrafyaya Orta Doğu adını vererek kendi ülkelerini dünyanın tam ortası olarak ilan etmişlerdir .İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin sırtına binerek merkeze gelen Yahudiler’de iki bin yıl sonra yeniden bir Yahudi devleti kurarken , kutsal topraklara Orta Dünya adını takmışlardır .Merkezi coğrafya bir yüzyıllık dönem içerisinde Orta Doğu’dan Orta Dünyaya geçerken, emperyalist İngiltere ile Siyonist İsrail arasında bir çekişme yaşanmaktadır . Şimdi bu çekişmeye Orta Koridor projesi ile Çin’de girmekte ve Asya üzerinden Avrupa limanlarına ulaşacak bir orta koridorun güvenliği için merkezi coğrafyadaki gelişmeler ile batılı emperyal devletler gibi yakından ilgilenmek durumunda kalmaktadır .Şimdiye kadar Asya kıtasının en ucunda evrensel pazarlara uzak bir konumda varlığını sürdüren Çin’in yeni dönemde daha etkin bir konuma gelmek için mücadele ettiği göze çarpmaktadır . Orta Doğu sorunlarına bugüne kadar Asya’nın doğu kıyılarından bakmak durumunda kalan Çin , yeni dönemde kendisine bağlı bir Avrasya koridorunun yapımında , işletmesinde ve korunmasında etkin bir öncülük yapmak durumundadır . Bu nedenle de , Orta Dünya’da geçmişten gelen İngiltere ve Fransa ile , bugünkü İsrail ve ABD hegemonyalarını karşısına alacak bir yeni tutum içine girmektedir . Batı blokunun öncüsü olan ABD bu yüzden yıllar sonra yeniden Orta Doğu bölgesine gelerek ,bu bölgede İsrail’in bekası ile petrol kaynaklarının güvenliğinin yanı sıra ,Orta Koridor aracılığı ile merkeze gelen Çin hegemonyasına da karşı çıkmak durumundadır . Son zamanlarda ABD’nin Suriye savaşına daha aktif katılımı , bu doğrultuda bölgeye asker ve tank göndermesi tesadüf değil ,aksine Çin emperyalizminin merkezi coğrafyayı Orta Koridor aracılığı ile ele geçirmesini önlemek içindir . Bu nedenle , ABD yeni dönemde ,Çin’in Orta Doğu bölgesine gelmesini önlemek için kendi kontrolü altında doğunun cephe ülkesi konumundaki İran ile Türkiye’yi savaştırmaya çalıştığı görülmektedir .

Soru-6-Tam bu aşamada Nato’nun Suriye savaşına katılma kararı alması nasıl açıklanabilir ? 
Cevap-6-İkinci dünya savaşı sonrasında İsrail’in güvenliğini tek başına sağlamaya çalışan ABD’nin bu işi artık batılı ülkelerin katılımı ile yapmak istediği anlaşılmaktadır . ABD tek başına küresel bir düzen kuramadığı için bir iç savaşa sürüklenmiştir .Hrıstıyan ve Yahudi lobileri Amerikan devleti içinde kavga eder hale gelmişlerdir . Siyonistler ile Evanjelikler , Anglo-Saksonlar ile Protestanlara karşı savaş açmışlardır . CİA ile FBİ karşı karşıya gelirken , ABD’nin tek başına dünyanın merkezinde bütün Asya ülkelerine karşı direnebilmesi pek mümkün görünmemektedir . Çin giderek hızlanan ekonomik büyümesi ile küreselleşme sürecinin yeni patronu konumuna gelirken , Avrasya ülkelerinden geçecek bir Orta Koridor ile Asya ve Avrupa ülkelerini kendi yanına doğru çekmektedir . Böyle bir durum gerçekleşirse o zaman Amerikan çağı bitecek , batının hegemonyası sona ererken Çin’in önderliğinde doğunun hegemonyası devreye girecektir . Küreselleşmenin yeni patronu Çin olurken , kendisinin merkezinde bulunduğu bir küresel düzen kuramayan Amerikan devleti iç çatışmalar yolu ile dağılma ve çökme çizgisine doğru sürüklenecektir . Daha şimdiden Teksas,Alaska ve Kaliforniya gibi bazı büyük eyaletlerin ABD’den ayrılmaya kalkışması Amerikan Federasyonunun sonunun geldiğini göstermektedir . Zor durumdaki ABD’ninNato gibi bir uluslararası güvenlik örgütünü merkezi alandaki gücünü korumak üzere devreye sokacağı giderek ortaya çıkmaktadır . Terör örgütlerine karşı batılı ülkelerin oluşturduğu koalisyona Nato’nun da katılma kararı alması , ABD ile birlikte bütün batılı ülkelerin Orta Dünya’daki hegemonya savaşına katılacaklarını göstermektedir . Ekonomik açıdan gerileyen ve birincilik ünvanını Çin’e kaptıran ABD , doğu gücü olarak Çin’in yükselişini n önünü kesmek için çaba gösterirken yalnız kalmamak üzere bütün Nato üyesi ülkelerin askerlerini batının merkezi egemenliği doğrultusunda kullanacağını belli etmektedir .

Soru-7-Avrupa Birliği Orta Koridor için nasıl hareket ediyor ? 
Cevap-7-Çin’den başlayan İpek Yolları hem kara yolu hem de demiryolu olarak Avrupa kıtasının çeşitli ülkelerinin liman kentlerine ulaşacaktır . Hamburg,Amsterdam,,Lizbon,Marsilya ve Venedik gibi büyük limanlar önümüzdeki dönemde Çin mallarının depoları haline dönüştüğü zaman , Amerikan malları eskisi gibi kolayca Avrupa pazarlarına giremeyecektir . Çin ve ABD malları üzerinden başlayacak olan bir rekabetin zamanla yarışa dönmesi . sömürgecilik tarihinde zaman zaman görülmüş olan pazar ve piyasa savaşlarına dönüşebilecektir . Küresel patronların baskılarıyla kıtasal birliğe yönelmiş olan Avrupa ülkelerinin çoğunun iflas etmesi ve ekonomik durgunluğa sürüklenmeleri yüzünden Avrupa ülkelerine ulaştırılacak olan Yeni İpek Yolu koridorları , Avrupa açısından yeni bir umut olarak devreye girecektir . İngiltere zaman içinde Pekin koridorunun Londra’ya ulaşmasını kabül ederek ABD’den uzaklaşma görüntüsü vermektedir .Brexit sonrasında İngiltere ,daha farklı bir yapılanmaya doğru yönelirken küresel finans sisteminin daha etkin bir biçimde işletilmesini hedef almıştır .Avrupa Birliği içinde yer alan Doğu Avrupa ülkelerinden Polonya,Macaristan ,Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler Asya kökenli halkları nedeniyle Avrupa Birliğinden uzaklaşarak Çin merkezli bir Asya ya da Avrasya yapılanması içerisinde yer alabileceklerdir . Avrupa Birliğinin de zaman içinde dağılması yeni kamplaşmalar yaratacağı için , Çin merkezli bir Avrasya Koridoru Asya gibi Avrupa kıtasını da eskisinden çok farklı yeni bir sürece doğru sürükleyecektir . Orta koridor Çin mallarını kara yolu ile batı pazarlarına ulaştırırken , aynı zamanda Avrupa ülkelerinin üretimi olan malların aynı koridor üzerinden Asya pazarlarına ulaşmasını da sağlayacak ve böylece Avrupa ülkelerinin ABD’den uzaklaşarak Asya ülkeleri ile yakın ticari ilişkilere yönelmelerini sağlayacaktır . Yüzyıllarca dünyayı denizler üzerinden yönetmiş olan Atlantik emperyalizmi yeni dönemde eski gücünü kaybedecektir . Çin İpek Yolu ile birinci ekonomik güç konumuna gelirken , önü kesilen ABD bugünkü konumunu elinden kaçıracaktır . İpek Yolu ile yeniden kara ticaret yolları öne çıkarken , deniz ticaret yolları önemini yitirerek dünya denizlerindeki ABD ve İngiliz hegemonyasının sona erdiği bir döneme girilecektir .

Soru-8- Orta Dünya’da Orta Koridor başarılı olabilecek mi ? 
Cevap-8-Orta Koridor olarak devreye girecek olan Yeni İpek Yolunun başarılı bir biçimde işlemesi bölge devletlerinin bu projeye sahip çıkmaları ile mümkün olabilecektir . Orta Koridor sayesinde Avrasya ülkeleri bir bütünleşmeye doğru giderken Amerika Birleşik Devletlerinin ticareti fazlasıyla gerileyecektir . İşte bu nedenle ABD yenilgiyi önlemek ve Avrasya ülkelerinin bütünüyle Çin’in kontrolü altına girmesini önlemek doğrultusunda Orta Dünya’ya gelerek savaşmaya çalışacaktır . Bu nedenle , uluslararası terör örgütleri emperyal devletlerin istihbarat kuruluşları tarafından azdırılmakta ve bütün Asya ülkelerinin Atlantik emperyalizmi ve Siyonizm ittifakının hükümranlığı altına girmesini sağlayacak bir üçüncü dünya savaşı çıkartılmaya çalışılmaktadır . Böylesine bir savaş çıkartılırsa o zaman yeniden Atlantik güçleri ile Siyonistlerin dünyaya egemen olacaklardır.

Trump müttefiklerini düşman ilan etti. "Prof. Dr. Anıl Çeçen" ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslar arası durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. ABD ve Türkiye arasındaki gerilimi “Trump kendi müttefiklerini düşman olarak ilan etti” diye değerlendirdi. (Anayurt Gazetesi, Röportaj:Tamer Arda ERŞİN-16 Ağustos 2018)

Trump müttefiklerini düşman ilan etti...
Prof. Dr. Anıl Çeçen, ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslar arası durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. ABD ve Türkiye arasındaki gerilimi “Trump kendi müttefiklerini düşman olarak ilan etti” diye değerlendirdi.
ANKARA- Prof. Dr. Anıl Çeçen, ABD ile yaşanan gerilim ve Türkiye'nin uluslararası durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.ABD ve Türkiye arasında gerilim döviz kurunu yükseltmeye başladı. Ortadoğu'daki savaşlar devam ediyor. Türkiye'nin uluslar arası ilişkilerdeki konumu tartışmalı. Anayurt Gazetesi'ne değerlendirmelerde bulanan Prof. Dr. Anıl Çeçen, ABD ve Türkiye arasındaki gerilimi "Sadece iki ülke arasındaki çekişme değil. Uluslararası konjonktürde ABD'nin gelmiş olduğu yeni durum dünyaya farklı yansımalar getirdikçe ABD sadece Türkiye ile değil bütün dünya ülkeleriyle karşı karşıya geldi. Trump, Putin ile görüşmeye giderken 'Avrupa ülkeleri benim düşmanım' dedi. Halbuki bunlar İkinci Dünya Savaşı'ndan buyana NATO ittifakı içerisindeler. Trump kendi müttefiklerini düşman olarak ilan etti. Yani ABD'nin dünyadaki konumu değişirken, Türkiye'deki konumu da değişiyor" diye yorumladı.
Dolar normal koşullarda bu durumda olmamalı.
Çeçen, döviz kurlarının artmasının Türkiye'nin iç koşulları nedeniyle olmadığına dikkat çekerek, "Yükselme tamamen uluslararası konjonktürde gelinen yeni aşamanın yansıması. Dolar normal koşullarda bu durumda olmamalı. Trump Avrupa'yı kendisine düşman ettikçe, Avrupa ülkeleri başta İngiltere ve Fransa gibi eski sömürgeci devletler ABD doları üstünlüğüne dayanan para sisteminin devam etmesini bugün kabul etmiyor. Buna açıktan karşı çıkmıyorlar ama Türkiye'de bu yükselişi uzaktan yönlendirerek, ABD'ye mesaj vermeye çalışıyorlar" diye konuştu.
"Suriye savaşını çıkaran ülke İsrail'dir"
Çeçen Ortadoğu'da süren savaşlar ve karışıklıklarla ilgili de değerlendirme yaptı. "Suriye savaşını çıkaran ülke İsrail'dir" diye vurgulayan Çeçen, "Suriye'deki savaşta devletler savaşmıyor. Burada emperyalizm ve siyonizm oradaki terör örgütlerini kullanıyorlar. PKK ve PYD'nin arkasında ABD desteğini görüyoruz. Bu coğrafyada İsrail bölgeye egemen olmak için bölge devletlerini parçalayacak şekilde terör örgütlerini kullanıyor. Türkiye de terör örgütlerinin baskısı altına alınmaya çalışıyor" yorumunda bulundu.
'TÜRKİYE YOLUNA DEVAM EDİYOR'
Çeçen dünyanın çok kutuplu bir dünyaya doğru dönüştüğünü belirterek, "Dünya batı hegemonyasından uzaklaşmakta. Bakın Çin'in önderliğinde Asya ülkeleri Şangay İş Birliği Örgütü gündeme getirdiler. Ayrıca Batı'nın politikalarına karşı çıkan Brezilya, Hindistan, Çin, Rusya'nın beraberinde kurduğu BRICS ittifakı da bu doğrultuda yeni bir alternatif olarak çıktı. Hatırlayın BRICS'in son genel kuruluna Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan katıldı. Türkiye'nin batı dışında diğer dünya ülkeleriyle yakınlaşması gündeme geldi. Batı eskisi gibi tek merkez olmaktan çıktı. Onun hegemonyasına karşı yeni alternatifler gündeme geldi. Türkiye'de bu yeni oluşumları değerlendirerek, yoluna devam etme çabaları sarf ediyor" dedi.
'TÜRK HALKININ İRADESİ DOĞRUTUSUNDA'
Uluslar arası arenadaki karışıklığa karşı Türkiye'deki iktidara ve muhalefete tavsiyelerde bulunan Çeçen, şunları söyledi: "Sakın ola emperyalizmin çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilmek istenen iç çatışma konularına alet olmasınlar. İktidarın daha hoşgörülü ve anlayışlı olması gerekir. Muhalefetin de iktidara neden gelemediklerini ve halk kitlelerinden nasıl oy alacaklarını, kendilerini nasıl yenilemeleri gerektiği konusunu tartışması gerekir. Önümüzdeki dönemde iç savaş ya da bölge savaşlarına alet olmamak için demokrasinin işlemesi gerekir. Seçimler yoluyla da iktidar değişikliği sağlanarak, bir alternatif iktidarın iş başına gelmesi sağlanmalıdır. İşte o zaman Türkiye'de demokrasi kurumsallaşır, tek adam rejimi üzerinden bizi bölgesel projelere yönlendirmek isteyen güç merkezlerinin girişimlerine karşı Türk halkının iradesi doğrultusunda devlet içi dengelere fırsat yaratılacaktır." (ANAYURT, Ankara-16.08.2018, Röportaj: Tamer Arda ERŞİN)