13 Ekim 2018 Cumartesi

ANKARA KALESİ-236 ATATÜRK-ULUS DEVLET VE KAPİTOKRASİ (AVAZ–TÜRK DERGİSİ İLE SÖYLEŞİ) Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN Ankara, 24 Kasım 2017

ANKARA KALESİ-236
ATATÜRK-ULUS DEVLET VE KAPİTOKRASİ
(AVAZ–TÜRK DERGİSİ İLE SÖYLEŞİ)

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara, 24 Kasım 2017

Soru- 1 - Son zamanlarda herkes Atatürk’e sarıldı . Bu aslında olması gereken ama sürpriz olan çok yüksek tonda bir sarılma olmasının yanında, geçmişte Atatürk’ü eleştirenlerin de aynı noktada bunu seslendirmesidir . Bu konuda neler düşünüyorsunuz ?

Cevap-1 – Yıllardır Türkiye Cumhuriyetini yönetenler kendilerini iktidara getiren batı merkezli uluslararası konjonktürün etkisiyle hareket ederken , Türk halkına gerçekleri söylemiyorlar , halktan yana imiş gibi görünürken , uluslararası güç merkezlerinin tercihlerine öncelik vererek Türkiye’yi yönetiyorlardı .Türkiye Cumhuriyeti dünyanın merkezi bölgesinin tam ortasında yer alırken , geçen yüzyılın başlarından bu yana batı merkezli emperyalist baskılar Türkiye’nin siyaset sahnesini çok yakından etkiliyordu . Avrupa-Amerika ve İsrail ‘den oluşan batı üçgeninde Türkiye batı dünyasına saplanıp kalıyor ve bir türlü dünyanın diğer bölgelerine ve de özellikle kendi bölgesine yönelik ulusal açılımlar yapamıyordu . Batının emperyalist yaklaşımı ve İsrail’in Siyonist baskıları Türkiye’nin kendine gelmesini ve kendi gerçek ulusal çıkarları doğrultusunda politikalar geliştirmesine izin vermiyordu .Bu nedenle batı desteği ile iktidara gelen bütün iktidarlar batı blokunun çıkarlarına öncelik veriyorlar ve böylece Türk halkının çıkarlarını ihmal ediyorlardı . Bu durumu halk kitlelerinin görmesini önlemek üzere de Atatürkçü görünmeyi tercih ediyorlardı .İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye batı emperyalizminin kontrolü altına girerken , batılı merkezler Türk halkının uyanarak kendi çıkarlarını savunmasını önlemek amacıyla,Atatürk dönemi sonrasında göstermelik bir Atatürkçülüğü kendi kontrolları altındaki basın organları ile kamuoyuna empoze ediyorlardı .

Soğuk savaş döneminin demokrasiye açılım döneminde , Atatürk’ün partisi küresel emperyalizmin Türkiye’deki yansımaları sonucunda ,gerçek çizgisi olan Kemalizm’den uzaklaşarak batı tipi bir sosyal demokrasiye kaydırılıyordu. Kuvayı Milliye günlerinde Kemalist bir model ile ortaya çıkan Atatürk’ün partisi, batının emperyal-siyonist baskıları sonucunda sosyal demokrasi ve demokratik sol aşamalarından geçerek küresel emperyalizmin bir dayatması olarak gündeme gelen neoliberalizme doğru yönlendiriliyordu .Avrupa için sosyal demokrasi , İsrail için demokratik sol politikalara yöneldikten sonra , Amerika için de neoliberalizme yönlendirilen Atatürk’ün partisi bir türlü tüzüğünde yer alan Atatürk ilkelerini savunamıyordu . Daha çok batı tipi liberalizmden yana olan parti yöneticileri batı ve batı işbirlikçisi sermaye çevrelerinin desteği ile yönetime geldikten sonra ,Türkiye Cumhuriyetinin Türk halkı adına kurucusu olan Atatürk’ün partisini değişen uluslararası konjonktüre göre bir yerlere doğru çekiştiriyorlar ama bir türlü altı okun birlikte uygulamaya geçirildiği bir Kemalist çizgi izleyemiyordu . Parti yöneticileri resmi törenler de Atatürk nutku çektikten sonra kendilerini parti yönetimine getiren siyasal merkezlerin çıkarları doğrultusunda hareket ederek Türk halkını oyalamayı tercih ediyorlardı .Parti liderleri atletizme önem verirken , Kemalizm’i ihmal ediyorlardı . Türk siyasetinin merkez sol kanadını temsil eden bu parti ciddi bir sermaye işgali altına sürüklenince, partinin adında var olan halk kavramının geldiği kitleleri görmezden gelerek hareket ediyorlar ve Türk siyasetini bu yüzden sol ayağı olmayan bir biçimde topallaştırıyorlardı .Böylesine bir çıkmaz içinde bocalayan Atatürk’ün partisi kurucusunu unuttuğu gibi kendisini de unutarak emperyal siyasetlere alet olmaktan kurtulamıyordu .

Türk siyasetinin merkez sağ kanadında yer alan iş ve sermaye çevreleri ise devlet desteği ile palazlandıktan sonra, batı ülkeleri üzerinden dünyaya açılarak ekonomik büyümeye öncelik veriyorlar ama bir türlü destek aldıkları Türk devleti ile vergilerinden beslendikleri Türk halkının gerçek ulusal çıkarları çizgisinde hareket edemiyorlardı . Batı emperyalizminin oyuncağı durumuna düşürülen Türk şirketleri ve sermayesi sonuna kadar liberal çizgilere teslim olduğu için ne devletin kurucusu Atatürk’e ,ne de devletin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm’e yakın durmuyorlardı . Türkiye’deki sermaye kesimlerinin milli burjuvaziyi oluşturması gerekirken ,batı emperyalizminin çıkarlarına teslim olarak ,her on yılda bir Atatürkçülük adına gelen ara rejimlere ve darbelere çanak tuttukları görülüyordu .Bu doğrultuda merkez sağ kanadın batı işbirlikçisi bir çizgide hareket etmesi yüzünden cumhuriyet rejiminin yarattığı iş ve sermaye çevrelerinin hiçbir zaman ciddi bir anlamda Atatürkçü olmaması Türkiye için büyük bir kayıp olmuştur . Yirminci yüzyılın ortalarından sonra sürekli olarak batı destekli merkez sağ iktidarlar işbaşına geldiği için , bu kesimlerin ciddi anlamda Atatürk’e ve Atatürkçülüğe sahip çıkmaları gerekiyordu . Ne var ki , ekonomik kazançlar uğruna dışa açılma ve batı ile ortaklık yüzünden , Türkiye’de iş ve sermaye çevrelerinin liberal bir çizgiye kayarak ülkenin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm ile ters düştükleri görülmüştür .

Merkez sol ile merkez sağın ikisinin birden batı taklitçiliğine yönelmesi yüzünden Atatürk sahipsiz kalınca , Türkiye’nin halk tabanını oluşturan Müslüman kitlenin içinden çıkan Milli Görüş hareketi Atatürk’e sahip çıkmak zorunda kalmıştır . Milli Görüşün öncüsü ve kurucusu olan siyasal önder “Atatürk yaşasa idi Milli görüş partisinden yana olurdu” demiştir .Çünkü batı emperyalizmi ile savaşarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu cumhurbaşkanı Atatürk’ün en büyük ilkesi bağımsız bir devlet yaratabilmek için antiemperyalizm olmuştur . İslamcı tabandan milli çizgide bir antiemperyalist hareket doğması , biraz da merkez sağ ve sol partilerin batı emperyalizmine karşı teslimiyetçi bir tutum içine girmeleri yüzünden ortaya çıkmıştır . Bugün ılımlı İslamcı bir hareket adına ülkede öne çıkan hareketin gelmiş olduğu yeni aşamada Atatürk’e sahip çıkması ve bu açıdan Atatürkçülüğü yeniden gündeme getirmesinin nedeni , bu hareketin Milli Görüş tabanından doğması yüzündendir .Milli Görüş’ün öncüsü ve kurucusu olan siyasal önder de, tıpkı Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu gibi hem tam bağımsızlığı savunmuş, hem de her yönü ile batının emperyal devletlerinin saldırılarına karşı ödünsüz bir antiemperyalist yol izlemiştir . Milli Görüş geleneği bir anlamda ulusal kurtuluş savaşı günlerinde örgütlenen Kuvayı Milliye hareketinin devamı olmuştur . Milli Görüş bir anlamda Atatürk’ün partisinin ve merkez sağ partilerin ihmal ettiği Kuvayı Milliye çizgisinin bugünkü temsilcisi olmuştur .Milli görüş uzantıları bu nedenle Atatürkçü çizgiye gelebilmişlerdir .

Soğuk savaş yıllarında Türkiye’nin Müslüman potansiyeli Milli Görüş çatısı altında toplanmış ama küreselleşme dönemine geçildiği zaman bu hareketin içinden çıkan yenilikçiler , ulus devlet sınırları dışına çıkan ve Türk milleti yerine İslam ümmetine öncelik veren bir ılımlı İslam hareketini uluslar arası konjonktüre uygun bir biçimde örgütleyerek Türk siyasetinde öne çıkmışlardır . Küresel rüzgarların etkisiyle Türkiye’de bir geçiş dönemi yaşanmış ve çeyrek yüzyıllık bir zorlamaya rağmen Türkiye Cumhuriyetinin Kuvayı Milliye döneminden gelen kuruluş modeli değiştirilememiştir . Küresel emperyalizmin Siyonizm ile işbirliğine girerek , eski Osmanlı toprakları üzerinde ABD benzeri bir kırk eyaletten oluşacak Orta Doğu Birleşik Devletleri projesi merkezi alandaki bütün devletleri parçalamaya kalkıştığı aşamada ,bölgedeki devletlerin çatısı altında yaşayan Orta Doğu halkları böl ve yönet oyununa şiddetle karşı çıkarak ve devletlerinin yanında yer alarak , bu oyunu bozmuşlardır . Küresel şirketler ile ulus devletler arasında terör ve tarikat örgütleri üzerinden yaşanan bu oyunu emperyalizme karşı sıkı direnen bölge halkları ve devletleri kazanma aşamasına gelince , ılımlıislam ile öne geçen siyasal hareket yeniden geldiği çizgiye dönerek ve yeniden Milli Görüş gömleği giyerek Kuvayı Milliye Atatürkçülüğüne dönmüştür . Uluslararası konjonktürde küreselleşme biterken bölgeselleşme başlamış ve bölge devletleri ile halkları tekelci küresel şirketler ile işbirlikçi tarikatların gündeme getirdiği bölünme ,parçalanma ve dağılma sürecine karşı çıkarak eskisi gibi emperyalizme karşı direnişe geçmişlerdir . Bu mücadeleyi Türk milli devleti de kazanırken , milli burjuvazi ve de merkez sol partiler de kaybetmiştir . Yeniden başlayan millileşme sürecinde Milli Görüş hareketi ve onun uzantıları Türkiye’de Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü desteklediklerini ortaya koymak zorunda kalınca , bu birikimin içinden çıkan ılımlı İslamcı akımda bu yeni duruma uyum sağlamak üzere yeni Atatürk’çü açılımı gündeme getirmiştir . Konuya siyaset bilimi açısından bakıldığında böyle bir tablo ortaya çıkmaktadır . Mesele sadece İslamcıların Atatürkçü olması olarak değerlendirilemez .Ama Milli Görüş birikiminin , yaşanmakta olan emperyalist ve Siyonist saldırılara karşı bugünün İslamcı kadrolarını antiemperyalist çizgiye getirmesi olarak açıklanabilir .

Konu aslında devlet sorunu ile yakından ilgilidir . Küreselleşme görünümünde bir süper emperyalizm ulus devletlere çeyrek asırdır zorla dayatılırken , dünyanın her bölgesinden bu duruma karşı çıkışlar gündeme gelmiş ve emperyalist devletlerin kurduğu terör örgütleri ile ulus devletlerin parçalanmasına giden yol açılmak istenmiştir . Çeyrek yüzyıl geride kalırken artık küreselleşme ile bir yere gidilemeyeceği görülmüştür . Bu durumu yaşayarak gören ulus devletler komşuları ile bir araya gelerek emperyal saldırılara karşı bölgesel birlikler kurarken , Türkiye’de bu gelişmeyi değerlendirmeli ve kurucu önder Atatürk’ün izinden giderek Sadabat Paktı benzeri bir bölgesel birliği güvenlik ve işbirliği yapısallaşması olarak gündeme getirmelidir . Bunun için de Atatürk’ün yolundan giderek komşularla bir araya gelinmelidir . Emperyalizm ve Siyonizm bu coğrafya devletlerini çarpıştırarak bölgesel hegemonya oluşturmayı hedeflerken bölge devletleri de bir araya gelebilmenin yollarını arayacaktır .EskiSadabat Paktı, bugün Osmanlı İmparatorluğu alanında oluşturulacak Merkezi Devletler Birliği’nin tıpkı Avrupa Birliği gibi kurulabilmesi açısından bir çıkış noktasıdır .Böylesine bir bölgesel yapılanma için de Türkiye’nin gene Atatürk’e dönmesi gerekmektedir . Atatürk’ü diğer cumhurbaşkanları ile karıştırmamak gerekmektedir . Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına doğru yol alırken , bu devletin kuruluş modelinin ve dayandığı paradigmanın Atatürk tarafından başarı ile uygulama alanına getirildiğini görmek gerekmektedir .

Atatürk karşıtlarının bugün Atatürk çizgisine gelmiş olmaları aslında sevinilecek bir gelişmedir .Türk devletini yönetenler , bu çatı altında seksen milyon insanın yaşadığını ve böylesine büyük bir halk kitlesinin yaşamını sürdürebilmesi için merkezi ve üniter bir ulus devlet modelini Türkiye’nin koruması gerektiğini görmelidirler . Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet modeli ile Müslüman toplum yapısını hem birlikte var edebilmeli hem de yaşatabilmelidir . Türkiye’nin varlık nedeninin kurucu önderden geldiği görülürse, o zaman bugünün koşullarında herkesin vatandaşı olduğu devletten yana olarak Atatürk’e dönmesini normal karşılamak gerekmektedir . Atatürkçülerin küresel neoliberal çizgilere kayarak Atatürk’ten uzaklaştığı bir aşamada ,Atatürk karşıtı olarak görünen bazı kesimlerin Atatürkçülüğe dönmesi olumlu bir gelişmedir . Çünkü söz konusu olan vatandır ve çatısı altında yaşanılandevlettir . Devletin yıkılma aşamasına geldiği ve parçalanma senaryolarının zorla dayatıldığı bir yeni durumda gerçek anlamda vatanseverlerin Atatürk çizgisinde bir araya gelmeleri ülkenin geleceği açısından ciddi bir varlık ve yaşam göstergesidir . Tek devlet,tek vatan, tek millet ve tek bayrak diyenlerin genel seçimlerde üç Türkiye’nin ortaya çıktığını görerek , tek Türkiye için Atatürk ve Kemalizm’i öne çıkarmaları gerekmektedir . Yaşanan deneyler tek Türkiye’nin ancak Kemalizm ile mümkün olduğunu göstermektedir . Bölünmeye karşı çıkan ve ülkenin birliğinden yana olan bütün vatanseverlerin , Atatürk çizgisine gelmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin yaşayabilmesi için Atatürkçü olmaları en doğal yaklaşım olmalıdır . Bu açıdan Kemalizm Türkiye için zorunluluktur .

Soru 2-Türkiye bir yol ayırımında mı ? Özellikle NATO ile ilişkiler konusu çok tartışılıyor Perde arkasında neler var ? Sizce Türkiye’nin yeni yolu nedir ?

Cevap 2- Başkent Ankara’nın ortasında yer alan NATO YOLU isimli caddenin adı Belediye kararı ile ATA YOLU olarak değiştirilmesi için harekete geçildiği bir aşamada , AtatürkTürkiyesi ile NATO’nun karşı karşıya geldiği görülmektedir . Yıllardır NATO baskısı altında batı emperyalizminin dümen suyunda götürülen Türkiye’nin, değişen dünya koşullarında NATO yolundan ayrılarak ATAYOLU’na doğru dümen kırdığı görülmektedir . Sosyalist sistemin VARŞOVA paktına karşı kurulmuş olan NATO aslında Varşova Paktının dağıldığı gün bitmiştir . Sovyetler Birliğine karşı bir savunma örgütü olarak kurulmuş olan NATO , bu büyük devlet yapılanması ortadan kalktıktan sonra anlamını yitirmiştir . Küreselleşme döneminde batı emperyalizmi yeniden saldırganlaşırken , NATO , Kosova gibi geri kalmış ülkelerin ele geçirilmesi sırasında bir saldırı ve işgal örgütü olarak kullanılmıştır .Alan dışı doktrini icat ederek batının çıkarları doğrultusunda bütün dünya ülkelerine saldırmaya ve de işgale çalışan bu örgüt , artık bir güvenlik örgütü olmaktan çok terör örgütleri gibi tehdit yaratan bir yapı olarak görülmektedir .Orta Doğu ülkelerindeki gelişmeler Kosova’daki gelişmelere paralel olunca bölge devletleri ve halkları NATO’yu batı emperyalizminin tehdit unsuru olarak görmeye başlamıştır . Bu aşamada Avrupa Birliği’nin giderek ABD’nin denetimi altına giren NATO’dan ayrılarak kendi ordusunu kurması da yeni bir dönemin başlangıcıdır . Her devlet kendi güvenliği peşinde koşarken sadece ABD’ye hizmet eden bir kuruluştan Türkiye’nin destek beklemesinin bir hayal olduğunu son gelişmeler ortaya koymuştur .Şangay işbirliği örgütü de bu süreçte güvenlik yapılanmasına girmiştir.

Gelinen aşamada yapılması gereken , NATO’nun bir uluslararası güvenlik örgütü olarak Birleşmiş Milletlere bağlanması ve böylece bütün dünya devletlerinin eşit olarak temsil edildiği bu örgütün çatısı altında yeni bir yapılanma olarak Birleşmiş Milletler ordusunun kurulmasıdır . ABD ve İsrail ikilisinin buna karşı çıkacağı görülerek, bütün dünya devletlerinin ortak hareket etmesiyle dünya barışına hizmet edecek böylesine önemli bir adım atılabilir .Bu durumda Rusya ve Çin güvenlik konseyi üyeleri olarak Birleşmiş Milletler ordusunda ABD ve İngiltere gibi söz sahibi olacağı için NATO bir tehdit olmaktan çıkarak dünya barışına Birleşmiş Milletler çatısı altında katkı sağlayacaktır .Aksi takdirde Avrupa Birliği nasıl kendi ordusunu kuruyorsa o zaman dünyanın diğer kıtalarındaki bölgelerdeki ülkeler bir araya gelerek bölgesel güvenlik örgütleri kurmaya yöneleceklerdir . Bu durumda Türkiye’de tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi İran ile bir araya gelerek Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın içinde yer alacağı bir bölgesel güvenlik örgütü olarak yeni CENTO kuruluşunu gerçekleştirmesinde bölge ve dünya barışı açısından zorunluluk bulunmaktadır . Merkezi alandaki terör ve savaş saldırılarının sona erdirilmesi için böylesine bir bölgesel güvenlik örgütünün bir an önce kurularak devreye girmesi gerekmektedir .

Küresel hegemonya peşinde koşan büyük devletler bütün kıtalarda savaşları gündeme getirerek bölge ülkelerini baskı altına almaya çalıştıkları için dünya barışı bu olumsuz koşullarda bir türlü gerçekleştirilememektedir .Birleşmiş Milletler en üst uluslararası örgüt olduğu için , bütün uluslararası kuruluşlar ile birlikte Nato’nun da Birleşmiş Milletler ordusu konumunda bu üst kuruluşa bağlı bir statüye kavuşturulması , dünya barışı açısından zorunlu görünmektedir . Başta Almanya ve Avrupa ülkeleri ABD’nin özel ordusuna dönüştürülmüş olan bir NATO ile güvenliklerini sağlayamayacakları açıkça ortadadır . NATO bu hali ile daha fazla gidemez ,bu yüzden ya Birleşmiş Milletlere bağlanarak dünya ordusu olacaktır ya ortakların çekilmesiyle birlikte dağıtılacaktır .O zaman da kıtalar üzerinde bölge orduları oluşturularak evrensel barış düzeni oluşturulmaya çalışılacaktır . NATO’yu yönetenler bu yüzden Birleşmiş Milletler ordusuna yönelmelidirler .

Soru- 3- KAPİTOKRASİ isimli kitabınız ilginç tespitler ile dolu görünüyor . Neden böyle bir kitap yazma gereğini duydunuz ?Şirketler ile devletler arasındaki ilişkileri nasıl açıklıyorsunuz ?

Cevap-3-Kapitokrasi kitabı büyük bir ihtiyaçtan doğmuştur . Sermaye sahibi para babaları her şeyi satın almaya bayıldıkları için siyasal partileri ve basın organlarını da satın alabilmekte ve kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri akıl ve fikirleri kamuoyu üzerinden halk kitlelerine ve devletlere kabül ettirmeye çalışmaktadırlar .Lenin emperyalizmi , kapitalizmin en üst aşaması biçiminde tanımlamıştı . Ben de Kapitokrasi kavramını küresel emperyalizme dönüşen sermaye düzeninin en üst aşaması olarak gündeme getiriyorum . Günümüzde bütün dünya ülkeleri demokrasi ile yönetiliyormuş gibi bir görüntü yaratılmaktadır . Demokrasi halk egemenliği anlamına gelmektedir . Ne var ki , bugün halk kitleleri giderek fakirleşirken güç kaybederek demokrasinin gereği olan halk egemenliğini kullanamaz hale düşürülmüşlerdir . Açlık ve işsizliğe mahkum edilen halk kitlelerinin gerektiği gibi oy kullanarak ülke çıkarlarını koruması artık eskisi gibi mümkün olamamaktadır çünkü patronlar aşırı zenginleşerek ve her şeyi satın alarak gerçek egemenliğin sahibi görünümünde etkin olmaktadırlar .Bugün bütün dünya demokrasileri aşırı zengin patronların müdahaleleri yüzünden tam anlamıyla bir sermaye egemenliğinin yani Kapitokrasi’nin uydusu haline gelmişlerdir .

İnsanlık tarihi incelendiği zaman geçmişin her döneminde çeşitli topluluklar ve devletler arasındaki savaşlar ile yaşam sürecinin devam ettiği görülmektedir . Eskiden savaşlar ve mücadeleler devletler arasında olurken , şimdi şirketler üzerinden bir egemenlik çekişmesi öne çıkmakta ve bu doğrultuda küresel emperyalizm bütün dünyaya hakim olmaya çalışmaktadır .Kapitokrasi adını verdiğimiz sermaye egemenliği düzeninde piyasa üzerinden şirketler büyürken , özelleştirme görünümü altında devletlerin kendi ekonomilerini yönetme hakları ellerinden alındığı için devletler küçülmektedir . Tekelleşme süreci içinde büyük şirketler birer deve dönüşerek ekonomi üzerinden devletlere müdahale etmeye başladıkları için devletler devlet olmaktan çıkmakta , şirketler ise en üst düzeyde kazanç sağlama doğrultusunda devletlerin yaratmış olduğu boşlukları doldurarak devletlerin yerini almaktadırlar . Şirketler dışa açılarak küreselleştikçe ulusal olmaktan çıkmakta ve bu nedenle ulus devletler ekonomik tabanlarını ellerinden kaçırınca yıkılmaya doğru sürüklenmektedirler .

Küresel sermayenin dünya devleti projesi doğrultusunda önce ulus devletlerin sayısı 200 den 2000’e çıkacak ve devlet modeli ulus devletten eyalet devletine doğru gelişme gösterecektir . Gelecek yüzyıla kadar bu dönüşüm tamamlandıktan sonra , yirmi beşinci yüzyıla doğru devletler eyalet modelinden şehir devletine doğru dönüşüm gösterecek ve devlet sayısı 5000 kent devleti olarak artacaktır . Devlet sayısı 200 den önce 2000 e daha sonra da 5000 e çıkarken , küresel şirketler arasındaki çekişmeler sonucunda tekelleşme en üst aşamaya gelecek ve küresel şirketlerin sayısı 5000 den 500 inecektir . Böylece , 5000 kent devletinde yaşayan 5 milyar insanın gereksinmelerini 500 şirket karşılayacak ve bu yoldan devletler küçülürken şirketler büyüyerek bütün dünyayı istila edeceklerdir . Dünya ekonomisinin temeli olan kapitalizm böylesine bir süreç içerisinde şirketlerin devletleri ele geçirerek, bütün egemenliği ellerine aldığı yeni bir yapılanma dönemine doğru sürüklenecektir .Başta İLLUMİNATİ olmak üzere bütün küresel güç merkezleri böylesine bir plan doğrultusunda dünya düzenini dönüştürürlerken , tekelci şirketler aracılığı ile dünya ekonomisini ele geçirerek hem devletlerin hem de ulusların egemenlik alanlarını ellerine geçirmektedirler . Ulus devletler ile imparatorlukları yok eden kapitalistler, şimdi de eyaletler yaratarak ulus devletleri yoketmenin peşine düşmektedirler . Tarikatlar aracılığı ile de milletleri ortadan kaldırmaktadırlar . Yarın da şehir devletleri yaratarak insanlığı iyice bölmeye ve bu yoldan bir avuç zenginin küresel şirketler aracılığı ile dünyaya egemen olabilmesinin önünü açmaktadırlar.

Soru-4-Türkiye’de ulus devleti tehdit eden konular nelerdir ?Bugün gelinen aşamada sıkıntılar nelerdir ve Türkiye bu konuda neler yapmalıdır ?

Cevap-4-Türkiye Cumhuriyeti batı emperyalizminin çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunu yıkması nedeniyle merkezi coğrafya da kurulmuş olan Avrupa tipi bir ulus devlet modeline dayanmaktadır .Avrupa kıtası küreselleşme döneminde hem bir bölgesel devlete dönüştürülmeye çalışılmakta ama aynı zamanda Katalanya örneğinde olduğu gibi on beş yeni devletin bağımsız olarak ortaya çıkması gündemdedir . Avrupa ulus devletlerin beşiği olarak kendi içinde ulus devletler barındırırken hem ulus üstü bölgesel devlete hem de ulus altı eyalet devletlerine doğru bir gelişim seyri izlemekte ve bu yüzdende ciddi bir gelecek belirsizliği içine düşmektedir . Avrupa tipi bir ulus devlet olarak Avrupa kıtasının yanı başında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti , Avrupa kıtasında yaşanmakta olan eyalet devletleri oluşumu ile birlikte bölgesel yapılanma zorunluluğu arasında sıkışıp kalmıştır .

Küreselleşme döneminde kapitalist emperyalizm yeni eyalet devletler oluşumuna destek çıkarak ulus devletlerin varlığını açıkça tehdit ettiği için Türkiye de diğer ulus devletler gibi ciddi bir parçalanma tehdidi altında bulunmaktadır . Küresel emperyalizm ve Siyonizm ortaklığı merkezi coğrafyaya bölünmeyi bir kader olarak dayattığı için , eski Osmanlı hinterlandında yer alan bütün ulus devletler parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadırlar . Irak üçe bölünürken , Suriye beş parçaya ayrılmakta , Arabistan beş ayrı devlete bölünürken İran da beş parçaya ayrılmak istenmektedir . Fiilen üçe bölünen Libya’dan çekilen bir çizgi Pakistan’a da ulaşmakta ve bu ülkenin de üç ayrı eyalet devletine dönüştürülmesini gündeme getirmektedir . Türkiye’nin bölgedeki bütün komşuları bölünmeye mahkum edilirken , bir bölge ülkesi olarak Türkiye’yi de benzeri bir kader beklemekte ve coğrafi bölgeler esas alınarak ,Türklerin anavatanı da yedi sekiz parçaya bölünmek istenmektedir . Bu doğrultuda emperyalizm destekli güney doğu oluşumuna benzer yeni oluşumlar Türkiye devletinin bütün coğrafi bölgelerinde gündeme getirilmeye çalışılmaktadır . Alt kimlikçilik bu doğrultuda hortlatılırken , yerelyönetimcilik ülkenin her yerinde öne çıkartılarak, ulusal ve üniter devlet modeli ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır .

Türkiye’nin batılı dostları kendi birlik ve bütünlüklerini korurken Türkiye’nin parçalanması doğrultudaki bölücü gelişmeleri açıktan desteklemişler ve böylece her zamanki çifte standartlı tutumlarına devam etmişlerdir .İngiltere İskoçya’yı , Almanya Bavyera’yı , Fransa Korsika’yı ,İspanya Katalanya’yı , İtalya Lombardiya’yı , ABD Kalifoniya’yı ve Teksas’ı bırakmazken , hepsi birlikte Türkiye’ye çullanarak güneydoğu bölgesinde yeni bir etnik devlet kurulabilmesi doğrultusunda hem siyasal gelişmeleri, hem de anarşi ve terör hareketlerini desteklemişlerdir . Batı sermayesine teslim olmuş iş adamı derneklerinin Türk devletinden olan istekleri ile bölücü etnik terör örgütünün Türk devletinden taleplerinin aynı olduğu görüldüğünde , Türkiye Cumhuriyetinin çok büyük bir komplo ile karşı karşıya bırakıldığı görülmüştür . Bugün gelinen noktada Türkiye kendisi gibi ulus devlet olan ülkeler gibi bölünme ve dağılma tehdidi ile karşı karşıyadır . Küresel tekelci şirketlerin dümen suyundaki batılı devletler batının dışında kalan bütün ulus devletlerin parçalanmasına giden gelişmeleri desteklemekte ama kendileri için benzer bir gelişme modeline şiddetle karşı çıkmaktadırlar . Türkiye Cumhuriyeti bu aşamada kendisi gibi ulus devlet olan komşuları ile bir araya gelerek bölgesel güvenlik örgütü oluşturmak ve evrensel düzeyde ulus devletlerin bir araya gelerek yeni bir Birleşmiş Milletler yapılanmasının çatısı altında,ulus devletlere sağlanan hukuksal koruma sistemlerini geliştirmek durumundadır . Küresel şirketlerin oluşturduğu Dünya Ticaret Örgütüne karşı ulus devletler de bir araya gelerek acilen bir ulusal enternasyonel oluşturmalıdırlar.

Soru-5-Dünyanın merkezi konumundaki Orta Doğu bugün yangın yerine dönüşmüş durumdadır . Bu doğrultuda Türkiye’yi ne gibi tehlikeler beklemektedir . ?

Cevap-5- Orta Doğu’da tarihten gelen bütün sorunlar bugün de vardır ve giderek büyüyerek geleceğe doğru uzanmaktadırlar . Ne var ki ,bu bölgenin en büyük sorunu İsrail sorunudur .İki bin yıl önce Roma imparatorluğunun yıkmış olduğu din devleti yeniden merkezi coğrafyanın tam ortasında kurulurken , tarihin intikamının alınacağı hasım olarak Roma devleti ortada olmadığı için , işgal edilen bölgenin eski ahalisi olan Filistinliler’den iki bin yıl öncesinin yıkılımının intikamı alınmaya çalışılmaktadır . Suçlu Romalıların bugünkü mirasçısı olarak İtalyanlar dururken , bin yıldır orada yaşamakta olan suçsuz Filistinlilerin baskı ve işgal altında tutulmaları çok büyük bir haksızlığa yol açmakta ve uluslararası kamuoyu tarafından böylesine haksız bir işgal her yerde tartışma konusu olmaktadır . Tarihte iki kez kurulmuş olan İsrail yirminci yüzyılda üçüncü kez kurulmuştur . Siyonist devletin kurucuları iki kez yıkılan devletlerinin başına gelenlerden ders aldıkları için üçüncü kez yıkılmamak üzere hem emperyal hem de Siyonist komplolar hazırlayarak , bir an önce Büyük İsrail İmparatorluğu ya da federasyonu oluşturabilmenin çabası içindedir . ABD’yi bu doğrultuda Siyonist lobiler üzerinden kullanan İsrail devleti , bölgeyeBekaa vadisi üzerinden terörü ve de Kurtlar vadisi üzerinden de savaş senaryolarını Holywood destekli bir biçimde getirmiştir .

Tarih ve jeopolitik kitapları İslam dünyasının tam ortasında küçük bir İsrail devletinin sonsuza kadar yaşayamayacağını ve bu nedenle bir an önce Büyük İsrail devletinin kurulması gerektiğini açıkça yazmaktadırlar . Birinci İsrail’i bir Mezopotamya gücü olarak Babil Krallığı , ikinci İsrail’i ise bir Avrupa gücü olarak Roma İmparatorluğunun yıkmış olduğu hatırlanırsa , bugünkü üçüncü İsrail’in Mezopotamya’dan gelebilecek tehlikeye karşı ikinci İsrail olarak Kürdistan ile kendini güvence altına almaya çalıştığını ,Avrupa Birliğinden Roma İmparatorluğu benzeri bir saldırının gelmesi ihtimaline karşı bölgedeki üçüncü İsrail devletini de Kıbrıs adası üzerinde inşa etmeye çalıştığı görülmektedir .Böylesine bir strateji Kuzey Irak ve Suriye ile Kuzey Kıbrıs üzerinden Türkiye Cumhuriyetini dolaylı olarak tehdit etmektedir . Bu nedenle Orta Doğu bölgesindeki bütün gelişmelerin Osmanlı İmparatorluğunun merkezi toprakları üzerinde kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetini tehdit ettiği söylenebilir .Irak ve Suriye gibi komşu ülkelerde yıllardır yaşanmakta olan emperyalist haksız savaş gelişmeleri bu bölgenin sınır komşusu olan Türk devletini de geleceğe dönük bir çok tehdit ile karşı karşıya getirmektedir .

Batı emperyalizmi ve Siyonizm ortaklığı merkezi alana egemen olabilmek üzere , bütün bölge devletlerini eyaletlere bölerek , eyaletler üzerinden bir bölgeselleşmeyi var olan devlet yapılarının üzerine dayatmaktadır . Siyonizm Büyük İsrail peşinde koşarken , Atlantikemperyyalizmi de Büyük Orta Doğu planı doğrultusunda bir arayış içerisine girişmiştir . Bölgeye birinci dünya savaşı öncesi gelmiş bulunan İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu planı ise en az ABD ve İsrail’in planları kadar gerçekleşme süreci içine girmiştir .Her üç program da merkezi alanayeni bir düzen vermek üzere hazırlanmış ve bu doğrultuda gerçeklik kazanma durumu dışarıdan zorlanmıştır . Bu tür planlar bölge ülkelerini doğrudan tehdit ettiği gibi aralarındaki çekişmeler yüzünden de terör ve savaş zorlamalarını orta dünya denilen merkezi alandan eksik etmemiştir .Bu yüzden Orta Doğu bölgesi yangın yerine dönmüştür . Merkezi bölgeyi ele geçirmek isteyen batılı emperyalistler ile birlikte Siyonistler de yarışa kalkışınca her türlü savaş senaryosunun bu alanda gerçekleşme şansı kazandığı görülmüştür . Türkiye’nin bir bölge devleti olarak komşu ülkeler ile bir büyük birlikteliği bölgesel yapılanma planı doğrultusunda terör ve savaşa karşı geliştirmesi gerekmektedir .Barış için Merkezi Devletler Birliği adı altında komşu devletler tehditlere karşı bölgesel bir birlik kurmalıdır .

1 Eylül 2018 Cumartesi

"Amerikan Devleti ile Küresel Sermaye karşı karşıya" Gazeteci Şükrü Sak, (NABIZ HABER) Prof. Dr. Anıl Çeçen'le gündemdeki meselelerin arka plânını konuştu. (SÖYLEŞİ.RÖPORTAJ: 23.11.2014) - Çözüm sürecinin uzaması neticesinde, Ortadoğu'da ki sıcak gelişmelerin Türkiye'ye yansıması olarak değerlendiriyorum. Türkiye birkaç senedir angaje olduğu bu çözüm süreci meselesinde, tarafların kabul edebileceği bir noktaya gelemedi. Belirli kesimlerde rahatsızlık devam ediyor. Öbür tarafta Kuzey Iraktan sonra Kuzey Suriye'de yeni bir yapılanmanın oluştuğunu görüyoruz.

"Amerikan Birleşik Devleti (ABD) ile Küresel Sermaye karşı karşıya"

Gazeteci Şükrü Sak, Prof. Dr. Anıl Çeçen'le gündemdeki meselelerin arka plânını konuştu.
(NABIZ HABER.SÖYLEŞİ.RÖPORTAJ: 23.11.2014)
Prof. Dr. Anıl Çeçen:AMERİKAN DEVLETİ İLE KÜRESEL SERMAYE KARŞI KARŞIYA!?
Gazeteci Şükrü Sak, Prof.Dr. Anıl Çeçen'le gündemdeki meselelerin arka plânını konuştu.
-Gündemdeki bir konuyu sorarak başlayalım hocam; 6-7 Ekim olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anıl Çeçen: -6-7 Ekim olaylarını, Çözüm sürecinin uzaması neticesinde, Ortadoğu'da ki sıcak gelişmelerin Türkiye'ye yansıması olarak değerlendiriyorum. Türkiye birkaç senedir angaje olduğu bu çözüm süreci meselesinde, tarafların kabul edebileceği bir noktaya gelemedi. Belirli kesimlerde rahatsızlık devam ediyor. Öbür tarafta Kuzey Iraktan sonra Kuzey Suriye'de yeni bir yapılanmanın oluştuğunu görüyoruz. Bunu isteyen güçlerin Kuzey Suriye üzerinden sıcak olayları Türkiye'ye yansıtmaları ve özellikle giderek artan göçmenlerin Türkiye?de öne çıkması noktasında, hem Türkiyedeki sürecin uzaması hem Ortadoğudaki sürecin giderek sıcak çatışmaya dönüşmesinin birlikteliğinin bir patlama noktası olarak görüyorum?
-Tüm bu olayların planlı olduğunu düşünüyor musunuz?
Anıl Çeçen: -Aslında plan konusu tek boyutlu değerlendirilemeyecek bir konudur. Yaşanan sıcak olaylar çerçevesinde, bütün merkezler kendi açılarından konuları izleyip, inceleyip, değerlendirip, ona göre kararlar aldıkları içindir ki, bu yaşanan süreçten yani Türkiye?de sürecin uzamasından, Ortadoğu?daki olayların, sıcak çatışmaların tırmanmasından yararlanmak isteyen güç merkezlerinin, geleceğe dönük planları doğrultusunda bu olayları kullandıklarını da söyleyebiliriz?
-Son yaşanan hadiselerin Amerika?da yapılan ?Kürt konferansı?yla bir ilgisi olabilir mi?.. Konferansla ilgili Türkiye?nin ve Kürt sorununun geleceğini belirleyecek kararlar alındı yorumları yapıldı??
Anıl Çeçen: -Ben bu konudan daha çok Ortadoğu?da, Mescid-i Aksa ile başlayan sürecin ön planda olduğu kanaatindeyim. Çünkü Kuzey Irak sorunu, Kürt meselesi geçmişten beri devam eden meseleler. Ama Mescid-i Aksa meselesi yıllardır üzerinde durulan, yorumlanan, fakat çok açık hareket edilmeyen bir konuydu. Mescid-i Aksa meselesinin öne çıkmasıyla beraber Ortadoğu?da karışıklık isteyen güçlerin Irak?ı ve Suriye?yi karıştırdıkları gibi, aynı doğrultuda Türkiye?ye yönelik bir karışıklık senaryosunu gündeme getirdiklerini söyleyebilirim.
- Çözüm süreci konusunda tarafların birbirlerini kandırmaya çalıştıkları, veya PKK?nın çözüm sürecinde masaya Amerika ve İsrail?i oturtmaya çalışan bir yaklaşımı var. En son Cemil Bayık?ın açıklamalarına dayanarak söylüyorum. ?Masada Amerika?nın da olmasını istiyoruz? diye bir açıklaması vardı bu konu hakkında?...
Anıl Çeçen: -Sorularınız günlük olaylara dayanıyor, ama ben bir kamu hukukçusu olarak genel Kamu hukuku açısından konuya baktığım zaman, gördüğüm başka bir olay var. O da ABD ile ?Küresel sermaye?nin yollarının ayrıldığıdır. Küresel sermaye Ortadoğu?ya hakim olmak, İsrail?in kontrolünde bölgede silah satışını arttırmak istiyor. Petrol şirketleri Ortadoğu?dan sonra bu bölgelerde de sıcak çatışmalardan yararlanmak ve savaş konjonktürünü tırmandırmak istiyorlar.
Ben bu süreç içerisinde ABD?nin zorlandığı kanaatindeyim. Nitekim geçen sene İran?a yönelik bir süreç yaşanmıştı. Bu süreç içerisinde de, bölge, giderek Şii-Sünnî çatışmasına sahne olacakken, Obama?nın devreye girerek, Putin?le diyalog kurduğunu, yeni ABD dışişleri bakanının üç kere Türkiye?ye, 3 kere Rusya?ya gittiğini ve daha sonraki süreçte de, İran?da Ahmedinejat rejimine son verilerek Londra?da doktora yapmış, Batı?yı tanıyan, çağdaş dünya ile daha uyumlu hareket eden birinin İran?da devlet başkanlığına seçildiğini gördük.
Bununla ilgili olarak, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri İran?a yönelik ambargoyu kaldırdılar ve İran?ı hedef tahtasından çıkardılar. Şimdi İran hedef tahtasından çıkartılıp, ambargo kaldırılıp, İran?a yönelik yatırımların başladığı noktada, burada Rusya ve ABD?nin işbirliği yaptığını, ama İran?ı hedefe oturtan İsrail?in, küresel sermayenin, silah ve petrol şirketlerinin, yani savaş isteyen büyük tekellerin oyunlarının bozulduğunu gördük o dönemde. Şimdi, aradan bir yıl geçtikten sonra gelinen aşamada gene savaş lobilerinin savaş konjonktürünü tırmandırma noktasına geldiklerini de. Biliyorsunuz savaş tek yönlü olmaz. Mutlaka karşılıklı tarafların bulunması gerekir. Burada İran?ın yarattığı boşluğu doldurmak üzere yeni bir aktörün gündeme getirildiğini gördük. O da IŞİD olarak gündeme geldi. Şimdi IŞİD?i hedefe oturttular. 24 Batı ülkesi IŞİD?e yönelik ortak bir koalisyon kurdular. Türkiye?yi de NATO ülkesi olarak bu koalisyonun içine aldılar. Ama Türkiye?nin bölge ülkesi olduğunu unutarak hareket ettiler. Türkiye hem bölge ülkesi hem batılı ülke olarak iki arada bir derede kaldı. Bölge ülkesi olarak sıcak çatışmaların tehdidi altında iken, Batı ittifakı ülkesi olarak Batı?nın bölgeye yönelik hegamonik saldırıları noktasında Türkiye?nin bu doğrultuda zorlandığı ve kullanılmaya çalışıldığını gördük.
Şimdi, ben bir Kamu Hukukçusu ve Jeopolitik çalışan bir bilim adamı olarak, Türkiye?ye yönelik bütün gelişmelerin bu çerçevede ikili değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bir; Türkiye bölge ülkesidir. İki, Türkiye Batı ittifakı ülkesidir. Şimdi bölgedeki çatışmalar giderek büyür, Türkiye Batı?yla karşı karşıya gelirse, o zaman Türkiye?nin karışması gündeme gelir. Ki, sizin o biraz önce belirttiğiniz sıcak çatışmalar ortaya çıkar. Batılı ülkeler, Türkiye?yi kendi çıkarları doğrultusunda Ortadoğu?da kullanamadıkları zaman, Türkiye?nin iç meselelerinin tırmandırılmasının gündeme geldiğini görüyoruz.
-Türkiye?nin, özellikle 17 Aralık?tan sonra, Batı ve ABD merkezli dayatmalara karşı bir ?Millileşme? çabası içerisinde olduğunu, veya bir karşı durma çabası içinde olduğunu düşünüyor musunuz?...
Anıl Çeçen: -Şimdi, bugünkü ?Küresel sermaye? dediğimiz yapılanma, bir yönüyle Kapitalist Dünya devletidir. Bu, 1871'de ABD?de, Chicago?da ?yuvarlak masa? toplantısıyla kurulan bir yapıdır. 1871 çok kritik bir tarihtir. Çünkü 1871?de Almanya-Fransa çatışması sonrasında Paris?te Komünist bir yönetim kurulmuştur; Paris Komünü? Kapitalizmin beşiğinde, Komünist bir yönetim kurulunca, Kapitalistler paniğe kapılmışlar ve bir dayanışma içerine girmişlerdir. O noktadan sonra, Kapitalistlerin ?Yuvarlak Masa? adı verilen ilk ?Dünya devleti? yapılanmasına yöneldiklerini görüyoruz. Bu noktadan sonra, Kapitalist blok, yani sermaye güçleri, mevcut devletlerin dışında hareket ederek, daha farklı davranmışlardır.
Bunun uzantısı, 1. Dünya Savaşı süreci içerisinde, Mesela İngiltere ve Fransa Osmanlı?yı işgal edip, Ortadoğu?yu paylaşmıştır. Rusya?ya karşı. Ama Rusya çökertilmiştir, Japon savaşıyla beraber. Ama o arada da, Rusya?da bir devrim olmuştur. Eğer o Komünist devrim olmasaydı, İngiltere ve Fransa Dünya?yı paylaşacaktı. Komünist devrim onu önlemiştir, bu boyutta görmek lazım. Çünkü Osmanlı çökmüş, her yer işgal edilmiştir. Ama Sovyetler Birliği?nde bir Komünist devrim meydana geldikten sonra Atatürk bundan yararlanmıştır. Anadolu?daki Kuvay-ı Milliye hareketi bundan yararlanarak, Sivas Kongresi kararlarıyla devleti kurmuşlardır. Ama yeni Anayasa?yı çıkarmak için, 6 ay beklemişlerdir. Bakü Kurultayı?nı. Yani, bu coğrafyada Türkiye tek başına hareket edemez, bölge devletidir. Merkezî konuma sahiptir. Ama bu bölge, dünya?nın jeopolitik merkezi olduğu için dünya dengeleri doğrultusunda gelişmeler olur bu bölgede. Benim az önce belirttiğim, ana nokta, gelinen nokta şudur; ABD ile küresel sermayenin yolları ayrılmıştır. Çünkü, küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda, ABD Ortadoğu?da savaşmış ve zayıflamıştır. Misal; Latin Amerika?yı kontrol edemiyor ABD. Afrika?yı kaybetti? Kuzey Buz denizini Ruslar ele geçirdi. ABD Avrupa?yı eskisi gibi yönlendiremiyor artık. Küresel sermayenin, İsrail?le ortak, Ortadoğu?da istediği savaş çerçevesinde, Amerika Ortadoğu?da 10 yıl savaşmak zorunda kalmış, Ortadoğu?ya kafasını gömdüğü için de diğer kıtalardaki gücünü kaybetmiştir. Şimdi Obama çok zor durumda aslında. Ondan dolayı Putin?le paslaşıyor. Ama İsrail?i ve küresel sermayeyi kontrol edemediği noktada, Obama Almanya?yı devreye sokmaya başladı. Böylece Ortadoğu?da yeni dengeler oluşuyor?
- Peki, bu büyük denge değişmeleri arasında Türkiye?nin durumu ne olacak sizce?...
Anıl Çeçen: -Sayın Cumhurbaşkanımız, Ortadoğu?da değerlendirmeler yaparken bir ?üst akıl? dan bahsediyor. Demek ki artık meseleler, olaylar görüldüğü gibi değil. O olayların arkasında güç merkezlerininizlediği plan ve projeler var. Nasıl Büyük Ortadoğu bir projeyse, Büyük İsrail bir projeyse, Türkiye Cumhuriyeti de bir projeydi. Küreselleşme nasıl bir projeyse, Avrupa Birliği de bir projeydi. Şimdi projeler çarpışıyor aslında. Burada tabii güç merkezleri kendi çıkarları doğrultusunda, yol almak için de etnik meselelerle dinî meseleleri, cemaatlerle etnik grupları birbirine karıştırarak, sıcak çatışmalarla yerleşik devlet düzenlerini yıkarak, parçalayarak yola devam etmek istiyorlar ve bir ?Küresel dünya imparatorluğu?nu bu doğrultuda oluşturmaya çalışıyorlar.
-Küresel sermayenin çıkarları Türkiye?yi, bir Irak veya Suriye?ye çevirmeye yönelik mi?..
Anıl Çeçen: -Küresel sermayenin ana hedefi şudur; ?Şirketler büyüyecek, devletler küçülecek?? Bakın 20. Yüzyıla girerken 20 devlet var, çıkarken 200 devlet var. 21. Yüzyıla girerken 200 devletle girdik, çıkarken 2000 devlet olmasını istiyorlar? Yani bütün ulus-devletlerin parçalanmasını, eyaletlere bölünmesini istiyorlar. İşte o nedenle yerelleşmeyi, özerkleşmeyi, eyaletleşmeyi, bölgesel federasyon yapılanmalarını gündeme getiriyorlar. Ama bunu durduk yere yapamayacakları için, etnik ve dini çatışmalarını tırmandırıyorlar. El altından da silah şirketlerinin çıkarları doğrultusunda, hepsine silah dağıtıyorlar. Bu amaç için, devletleri iç kavgalara sürükleyerek, toparlanmasını ve güçlenmesini önlüyorlar.
Şimdi, bunu yapan ?Küresel sermaye?dir. Çünkü küreselleşme tamamen tekelci sermayenin kontrolündedir. Karl Marks?ın deyimiyle, ?Finans Kapitalin kontrolündedir?? Bu çerçevede baktığımız zaman Dünya?nın geleceğinde, artık mevcut devletlerin ötesinde, ulus-devletlerin geride kaldığı, eyalet yapılanmalarının öne çıktığı bir süreç istiyorlar. Bu doğrultuda devletleri küçültecekler, şirketleri büyütecekler? Şirketlerin patronlarına da baktığımız zaman, patronlar genelde Musevi-Yahudi asıllı olduğu için ?Siyonizm? ön plana çıkmaktadır. Kapitalizm bir anlamda ?Siyona- Kapitalizm? haline gelmektedir. Siyonistlerin kontrolündeki kapitalizm halini almaktadır. O bütün devletleri dağıtmaktadır. Mesela bugün, ABD?de Teksas?da çay hareketi başlamıştır, Teksas?ın kopmasını istiyorlar? Kaliforniya kendini Dünya?nın 4. Büyük ekonomik gücü ilan etti. Bir ABD eyaleti bağımsız devlet olmak istiyor.Böylece ABD?de eyaletler kopmaya doğru gidiyor. Ya da ABD?de Mormonlar bir cemaat olarak toplanıyorlar, Utah eyaletinde birleşip, orayı bir Mormon devleti haline dönüştürmeye çalışıyorlar. Demek ki, burada küresel sermaye, ulusları tasfiye etmek için dini kullanıyor. Bir tarafta şirketler ve cemaatler, diğer tarafta devletler ve milletler var. Geçmişten gelen yapı, devletler ve milletler, geleceğe dönük yapıyı sermaye ve şirketler yönlendirdiğinde, devletlerin parçalanmasında hem cemaatleri, hem etnik grupları kullanıyorlar, destekliyorlar, finanse ediyorlar, silah dağıtıyorlar ve çatıştırıyorlar.
-Bu dayatmalara nasıl karşı duracağız sizce?..
Anıl Çeçen: -Bu mesele sadece Türkiye?nin meselesi değil, sadece Ortadoğu?nun meselesi değil? Bakın Afrika?da da çatışmalar devam ediyor, Asya?da da çok büyük çatışmaların olduğu yerler var. Ama Avrupa ve ABD?de bu olmuyor. Batı yüzyıllarca süren, emperyalizm sonrasında bir blok halinde kendi güvenliğini bir dayanışma ittifakına bağlamış noktada? Türkiye burada ortada kalıyor. Hem Batı ittifakı içerisindeyiz, hem Avrupa birliğine üye olmadığımız için dışarıda kalıp, Ortadoğu ülkesi olarak Batı?nın çıkarları doğrultusunda Ortadoğu?ya sürüklüyor. Ki bu Osmanlı?nın son döneminde, Osmanlı ordusunun Hicaz çöllerinde dağılması gibi bir süreçti? Şimdi Türkiye?yi yine aynı role sürüklüyorlar? Bütün Ortadoğu?da çatışmaları tırmandırıyorlar. Önümüzdeki dönemde, Türkiye?yi de bu işin içine katarak, Türkiye?nin gücünden, devlet yapısından, jeopolitik konumundan ve askeri gücünden yararlanarak, bu bölgede kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yapılanmayı sağlamak istiyorlar.
Burada iki şey var, çok önemli; bunlardan birincisi, bugünkü haritayı İngiltere ve Fransa?nın çizmesidir ki, onlar uzaktan Ortadoğu?ya, bir ?Merkezî imparatorluğu? parçalamak doğrultusunda baktıkları için, bugünkü haritayı çizmişlerdir? Ama arkadan 2. Dünya savaşıyla Amerika, Ortadoğu?ya gelmiş, yerleşmiş, artı bir de İsrail kurulmuş.
İsrail açısından bakarsan bölge devletleri çok büyük; bir ân önce hepsinin parçalanması lazım? ABD açısından bakarsak, Batı ittifakının egemen olması için Türkiye?nin bu coğrafyada bir askerî üs olarak kullanılması gerekiyor? Bunun her ikisi de bizim aleyhimize? Hem İsrail?in hem ABD?nin planı bizim aleyhimize? O zaman birilerinin bunu çıkıp söylemesi lazım, Türkiye?de. Çünkü Türkiye hem bölge ülkesi olacak, hem Batı ittifakının ülkesi olacak. Batı ittifakı bölgeye saldırı planları hazırladığı noktada, Türkiye?yi kullanmaya kalkınca, biz bütün komşularımızla, bütün İslam dünyasıyla, bütün Arap dünyasıyla karşı karşıya, düşman haline geliyoruz ve bunun faturası bize büyük oluyor. Çok büyük oluyor!.. Ki aynı süreci yarın İran?la yaşatmaya çalışacaklar. Farslarla Türkleri karşı karşıya getirmek isteyecekler. O noktada Kuzey Irak?ta yaşayan, Kürt asıllı toplulukların da kullanılmaya çalışıldıklarını görüyoruz ki, nereden bakarsanız bakın topyekûn bir saldırıyla karşı karşıyayız?
-Nasıl çıkacağız bu kaostan?
Anıl Çeçen: - Ben bu konularda epey yazdım; makalelerim var, kitaplarım var biliyorsunuz. ?Türkiye?nin B Plânı?nı ben 10 yıl önce yayınladım. ?Milli Programı? şimdi sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakan sahip çıkıyorlar, ?2023 Programı? olarak. Bunu 2007?den önce biz yayınladık. Onlar ?Demokratik Türkiye? diyordu, biz ?Güçlü Türkiye? diyorduk. Demokrasiye karşı değiliz. Sonuna kadar demokrasiden yanayız ama, ?Avrupa barışı? yok burada. Savaş içinde demokrasinin olamayacağını görüyoruz ve giderek ?güvenlik? meseleleri gündeme gelince; demokrasi adına ?cumhuriyetin? tasfiyesi ile karşılaşıyoruz. Ve Türkiye Cumhuriyeti?nin tasfiyesi ile de gücünü kaybetme noktasına geldiğinde de, işte bugün yaşadığımız çekişmeli ve kritik bir noktaya doğru sürüklenmiş hale geliyoruz.
-Nasıl bir yol öneriyorsunuz?...
Anıl Çeçen: -Önümüzdeki dönemde, ben burada gayet somut olarak şunu öneriyorum;
Bir an önce Türkiye?deki iktidar ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti komşu devletlerle bir araya gelmeli. Bakın hâla Kuzey Irak ve Kuzey Suriye ile uğraşıyoruz. Ama Türkiye?nin muhatabı bunlar değil. Atatürk döneminde olduğu gibi nasıl bu coğrafyada Sovyetler Birliği?ne karşı, Hitler?e ve Mussolini?ye karşı bir ?bölge güvenlik sistemi? Sadabat Paktı?yla kurulduysa aynı şekilde bugün Türkiye, Şam?la, Bağdat?la Tahran?la, Bakü?yle, Tiflis?le bir araya gelerek bir bölgesel dayanışma ittifakına girebilir. Ben buna ?yeni Cento? diyorum. Çünkü bir dönemde, soğuk savaş döneminde Sento?yu biz burada yaşadık. Bu NATO düşmanlığı değildir. NATO?nun bu coğrafyada bir anlamda yabancı kalması noktasında Sento eskiden olduğu gibi, bir de senato vardı? Uzakdoğu ülkelerini bir araya getiren CENTO, NATO?yla ittifak halinde dünya barışını sağlayabilir. Ama bunun için mutlaka Irak?ı, Suriye?yi, İran?ın, Azerbaycan?ın, Gürcistan?ın da içinde yer alacağı bir yapılanmaya gitmek lazım.
Bunun başlangıcı, Irak?a komşu olan ülkelerle başlamıştı. Bakın Amerikan ordusu Irak?tan çekilince, Irak?a komşu olan ülkeler Irak?ta bayağı ciddi destekler sağladılar. Şimdi Suriye aynı durumda. O zaman Türkiye İran ile bir araya gelecek Irak?ın toparlanmasına, Suriye?nin toparlanmasına yardımcı olacak. Azerbaycan?ı, Gürcistan?ı yanına alacak ve bu noktada ikinci bir ?Bakü Kurultayı?yla bu bölgede bir merkezi devletler birliği kurulacak.
Benim bu konudaki önerim; ?Merkezi Devletler Birliği?nin Bakü merkezli İran-Türkiye ortaklığına dayanan, Irak, Suriye, Gürcistan ve Azerbaycan?ı içine alan bir yapılanma, bölgede barışı sağlayacak bir yeni alternatif olarak gündeme getirilmesidir. Fakat maalesef şimdiye kadar Türkiye?deki partiler, iktidar ya da muhalefet partileri olsun, hiç birisi böylesine somut bir öneriyi gündeme getirmediler.
Ama bu bölgenin içerisine bakın; şimdi bile hâla bizim İran?la ortaklığımız var. D-8?de Erbakan?ın başlattığı işbirliğinde ortağız, EKO denilen, Karadeniz Ekonomik işbirliğinde ortağız? Daha önce Bağdat Paktı?nda, Sadabat Paktı?nda, RCD?de ortak olmuşuz. Şimdi biz İran?la yüz sene içerisinde 5 tane ortaklık yaşamışız ve bugün bir etnik kavga ya da bir cemaat kavgası ya da mezhep kavgasıyla savaşa sürüklenmesinin, ben iki devletin de aleyhine olacağı kanaatindeyim.
Bölge barışını da ciddi boyutlarda tehdit ederek 3. Dünya savaşı potansiyeli yaratabilecek durumdadır. O zaman bizi Batılı devletler, komşularımıza yönelik savaşa doğru sürüklemesin. Bıraksınlar biz komşularımızla bir araya gelelim, bölge barışını Batılı ülkeler karışmadan sağlayalım. Ama bunu İsrail kabul etmiyor, bunu küresel şirketler kabul etmiyor, bunu bu coğrafyada silah satmak isteyen, bu coğrafyanın petrolüne el koymak isteyen küresel şirketler önlemeye çalışıyorlar. Mesele budur.
-Ortaya koymuş olduğunuz bu perspektifle alakalı, Türkiye?nin bunları yapabilmesi için içeride ayağını sağlam basması gerekmiyor mu ? Mesela orada bir etnik tehlike, burada paralel yapı?. Bunu sadece bir iç mesele olarak düşünmüyoruz herhalde? Bu söylediklerinizi gerçekleştirebilmek için Türkiye?nin içeride çok ciddi bir ?birlik? oluşturması gerekmiyor mu?..
Anıl Çeçen: -Ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti?nin geçmişten gelen 1000 yıllık Türk ve Müslüman devlet geleneğine sahip olduğu kanaatindeyim. Ayrıca Cumhuriyet döneminde de, kurucu kadrosunun ve kurucu önderliğinin Türkiye?ye çok önemli bir siyasi birikim bıraktığını da görüyorum, Cumhuriyet kuşağının bir temsilcisi olarak.
Önümüzdeki dönemde Türkiye?nin bu doğrultuda toparlanması için bir ?Milli idari reforma? ihtiyacı var.
Bakın, ben 10 yıl önce ?B Planı? kitabımı yayınladığım zaman şunu dediler; -ki bir çok kesim tartışmıştı bunu- Dediler ki; ?Doğru söylüyorsun, ama sen bu kitabı erken yazdın. Önümüzdeki dönemde Türkiye?nin ve bölgenin toparlanması noktasında böyle bir plana gerek var. Bir bölgesel oluşuma? Avrupa Birliği gibi bir merkez birliğine ihtiyaç var. Ama bunu yapabilecek bir Türkiye?ye ihtiyaç var önce. Bunu yapacak güçte bir Türkiye olmazsa B planı uygulanamaz? dediler ve doğruydu.
İşte bunun üzerine ben 2023 Güçlü Türkiye programını platform çatısı altında arkadaşlarımızla hazırladık ve kamuoyuna ilan ettik. Bizim orada önerimiz şudur; Türkiye acilen toparlanacaktır. Bu noktada Cumhurbaşkanına, meclisteki partilere büyük iş düşmektedir. Hem meclisteki partileri, hem meclis dışındaki partileri Cumhurbaşkanı ve hükümet bir ortak toplantıya çağırmalıdır ve onun içerisinden çıkacak bir uzlaşma ortamı içerisinde de Türkiye siyasi gündemini belirlemelidir. Seçimler erkene alınabilir. Ortadoğu?daki çekişmeler nedeniyle seçimler sonrasında da, gerek bugünkü iktidar, gerekse gelecek iktidarların paylaşılabileceği bir ?Milli program?ın gündeme getirilmesi gerekmektedir. Fakat bu konuda Avrupa merkezli, Amerika merkezli, İsrail merkezli bakan Türk aydınlar olduğu için ve Türkiye?deki siyasi kadrolar maalesef, Avrupa, ABD ve İsrail merkezli yapılanmaların içinden geldiği içindir ki, Türkiye?yi böylesine bir yapıda toparlayabilecek bir potansiyel, siyasi olarak harekete geçememektedir.
Önümüzdeki dönemde, bugünkü hükümet yoluna devam etsin veya etmesin; bir koalisyon gündeme gelebilir? Bir milli hükümet gündeme gelebilir ya da yeni bir siyasi hareket hızlı bir şekilde ortaya çıkıp toparlanabilir. Veya, mevcut partiler bir koalisyon kurabilirler. Bütün bunların ana hedefi, Türkiye Cumhuriyeti Devletini toparlayacak, gücünü yeniden arttıracak, şimdiye kadar küreselleşme süreci içinde tasfiye edilmiş olan gücünü yeniden toparlayacak bir milli idari reformun acilen Türkiye?nin gündemine getirilmesi gerekmektedir. Bu millî idarî reformla, Türkiye?de gerek askerî kesim, gerek sivil kesim, gerek siyasî kesimler bir araya gelip Türkiye?nin toparlanmasında, bir iç savaşa sürüklenmeyi önleme noktasında, bir ekonomik çöküşe sürüklenmeyi önleme noktasında, Türkiye?nin emperyal güçlerin bazı oyunlarına alet olarak bir savaş senaryosuna sürüklenmesini engellemek için, bütün bunları dikkate alan bir millî program, Türkiye?nin gücünü arttıracaktır. Toparlayacaktır. Böylece içeride toparlanan Türkiye, hızlı bir şekilde bölgesine daha bağımsız bakarak, komşularıyla bir araya gelmenin yollarını arayacaktır. Tıpkı ulusal kurtuluş savaşı günlerinde olduğu gibi.
-Bu, hükümetin, ?2023 Vizyonu? olarak bahsettiği, sizin programa?..
Anıl Çeçen: -Gördüler ki, kendilerinin gündeme getirmediği bazı düşünceler, bazı öneriler Türk toplumunun içinden çıkıyor. Meclis'te şu an üç parti var, üçü de pasifize edilmiş. Bir tanesi bölgesel bir parti niteliği gösteriyor, bir tanesi milliyetçi, bir tanesi Atatürkçü olduğunu söylüyor ama, hiçbir muhalefet partisi Türkiye?nin geleceği için bir milli idari reform planı-projesi ortaya koymadı. Biz bu konuda Ankara?daki Ulusal Güç Birliği Platformu olarak, 2007 seçimlerinden önce böyle bir çalışmayı ortaya koyduk. Ve ondan sonra bu tartışma başladı.
Şimdi bu tartışmanın yapılması ve kamuoyunda yansıması noktasında; iktidarın da tavır değişikliğinegidip, ?Demokratik Türkiye? kavramıyla, Avrupa Birliği, Amerika, İsrail üçgeni içerisinde bir yerlerde sürüklenmektense, giderek bölgede artan sıcak olaylar ve güvenlik sorunları çerçevesinde, hükümetinde 2023?e dönük, yani Cumhuriyetin 100. yılında daha güçlü bir Türkiye?nin gündeme gelmesi noktasında bir arayışa girdiğini görüyoruz?
- Peki böyle bir dönüşümün ?17 Aralık?tan sonra mı başladığını düşünüyorsunuz? Çünkü önceden çok düz bir gidiş vardı, ?17 Aralık?tan sonra ciddi bir çatlak doğdu. Özellikle küresel güçlerin, küresel sermayenin hedefleri doğrultusunda hareket eden, ? devlete sızmış? yapının?..
Anıl Çeçen: - Paralel Devlet yapılanmasını mı diyorsunuz ?
- Evet. Paralel Devlet yapılanmasını diyorum?
Anıl Çeçen: -Türkiye?de tek bir paralel devlet yapılanması yok. Ben birkaç tane paralel devlet yapılanması olduğu kanaatindeyim. Zaten bu da kamuoyuna yansımış vaziyette. Ülkenin bir yerinde devlet kurmak isteyenler de kadrolaşıyorlar, bazı cemaatler de farklı bir yapılanma çerçevesinde kadrolaşıyorlar. Ama kapitalist kesimler esas paralel devlet. Ben Türkiye?de, asıl ?paralel devletin? sermaye olduğu kanaatindeyim. Çünkü dikkat edin, küresel sermaye ulus devletlere karşı savaş açmış vaziyette. Amerika kendisindeki sermayeyi kontrol edemiyor. O sermaye Amerika?yı kendi çıkarları doğrultusunda, Amerikan devletini kullanıyor. Şimdi aynı süreç Türkiye?de de var. Türkiye?de siyasi partiler geliyorlar geçiyorlar ama, Türkiye?deki kapitalist patronların, finans kapitalin yerli ortaklarının gücü değişmiyor. Hep onların istediği oluyor. Hep onların alternatif parti olayları gündeme geliyor, hemen müdahale ediyorlar; ??Cumhuriyetçi partiyi engelliyorlar, laik parti istiyorlar??. Çünkü o kesimlerin içinde gayr-i Müslim lobiler de etkin. Bunları da görmemiz lazım.
-Türkiye?yi yöneten 3 bin aile? mevzuu?
Anıl Çeçen: -Bir yönüyle öyle tâbii... Bu konuda ?Boğazdaki Aşiret? diye bir kitap da yayınlandı biliyorsunuz zamanında. ?Boğazdaki Aşiret? meselesi, ki, 1848 ihtilallerinde Polonya?dan kaçanlar önce gelip Polonezköy?ü kurdular. Daha sonra işte Avrupa?nın çeşitli ülkelerinden kaçanlar, gelip boğazın iki yakasına yerleştiler ve Boğazdaki Aşiret ortaya çıktı. Şimdi ?Boğazdaki Aşiret?in uzantısı olan kesimler, küresel sermaye ile ortaklık içerisine girdikleri noktada, ciddi bir milliyetçi, ulusalcı, Türkiyeci, ya da antiemperyalist yapılanmayı önlüyorlar. Çünkü basın medya onların kontrolünde olduğu gibi, siyaseti yöneten kadroları da onlar finanse ediyorlar, onlar adına hareket eden politikacılar. Bakın uzun süre Türkiye?de etkin olan politikacıların geçmişine ilişkilerine bakın, hepsinin arkasında bir holdingi görürsünüz.
-Sizce Ak Parti gitgide daha bir millileşiyor mu?..
Anıl Çeçen: -Bugünkü hükümet 12 yıldır Türkiye?yi yönetiyor. Artık belli bir birikime sahipler. Belli bir tecrübe edindiler. Ama bazı ittifaklar da çatladı. ?17 Aralık? meselesi orada gündeme geldi. Orada yolların ayrıldığını görüyoruz.
Bugünkü hükümetin yola devam etme noktasında bir şansı var. Çünkü alternatifi yok. Bugün, meclisteki partilerin hiç birisi iktidara gelebilecek durumda değil. Üç parti bir araya gelip koalisyon kurar mı? O da mümkün görünmüyor. O zaman seçimlere gittiğiniz zaman yine bugünkü hükümetin gündeme gelmesi söz konusu. O zaman hükümette, hem kendini yenileme noktasında, hem de devletle karşı karşıya gelmeme noktasında, devletle beraber ortak hareket etmek zorunluluğunu artık görmeye başladı. Kanaatim odur.
Bu çerçevede tabii ki ister istemez önümüzdeki dönemde küresel sermayenin bu saldırganlığı ulus devletleri parçalamaya yöneldiği noktada, artık hiçbir siyasi iktidar bu oyunlara alet olmayacaktır-olamayacaktır. Çünkü her hükümet kendini belli bir noktada kurtarmak isteyecektir. Bu noktada hiçbir hükümet bindiği dalı kesmeyecektir.
O zaman buradan şu sonuç çıkıyor: Önümüzdeki dönemde Türkiye eğer yoluna bugünkü haliyle devam edecekse, bir millileşme, milli çıkarlar doğrultusunda ortak hareket etme konusunda devlet ve hükümet işbirliği yapacaktır. Yeni ittifaklar gündeme gelecektir!. Aksi takdirde Türkiye devlet olarak da, millet olarak da, ülke olarak da toparlanamaz ve dağılma riski giderek tırmanır. Ve bu durum Türkiye?yi, hem iç karışıklığa, hem bölgesel savaşa çeker ki, bunları önlemenin yolu da çok hızlı bir şekilde toparlanmadır. Zaten dikkat edin ?B Planı? ile önerdiğim milli program, Milli İdari Reform diyorum, yani demek ki Türkiye?de milli devletin güçlendirilmesi gerekiyor artık. Bununla birlikte Türk milletinin de toparlanması gerekiyor. Bu çerçevede önümüzdeki dönemde Türkiye?yi yönetecek iktidarlara, Devleti yönetecek kadrolara, Türkiye?nin toparlanması konusunda bir milli tutum, bir milli politika zorunluluğu açıkça ortaya çıkmıştır.
-Hocam çok teşekkür ediyoruz?
Anıl Çeçen: -Ben teşekkür ederim.
(Kaynak; Baran Dergisi, sayı 410)

20 Ağustos 2018 Pazartesi

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN: "Tek Türkiye; Ancak Kemalizm ile mümkündür." Siyaset Bilimci ve Anayasa Hukuku Profesörü Prof. Dr. Anıl Çeçen, Türkiye’nin siyasal geçmişi ve geleceği üzerine çarpıcı açıklamalarda bulundu. ANAYURT GAZETESİ (Röportaj/Söyleşi) 24 Haziran 2017-Ankara,

Tek Türkiye; Ancak Kemalizm ile mümkündür
Siyaset Bilimci ve Anayasa Hukuku Profesörü Prof. Dr. Anıl Çeçen, Türkiye’nin siyasal geçmişi ve geleceği üzerine çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Gazetemizin sorularını yanıtlayan Prof.Dr. Çeçen, son yıllarda özellikle seçim dönemlerinde siyasetin önde gelen isimlerinin “Tek vatan, tek Türkiye” kavramını öne çıkardıklarını belirterek “Siyasetçiler ellerini havaya kaldırarak sırasıyla parmaklarını sayarken, tek vatan, tek devlet, tek millet ve tek bayrak diye bir sıralamayı halkın gözü önünde yeni bir slogan haline getirmektedirler. Ne var ki, uygulamada iş tamamen farklı bir çizgide tek lidere doğru gitmekte ve halk bu kavramlar ile uğraşırken, tek lider çıkmazına Türk siyaseti saplanıp kalmaktadır” dedi.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş döneminde olduğu gibi yeniden tek partili yapıya sürüklendiği uyarısında bulunan Prof.Dr. Çeçen, “Kuruluş modeli olarak tek devlet ve vatan üzerine yapılandırılmış olan Türkiye Cumhuriyetinin, tek parti ve tek lider çıkmazına sürüklenmesi tümüyle ters bir sonuç ortaya çıkarmıştır” ifadelerini kullandı.
Neden son zamanlarda “Tek vatan, tek Türkiye” kavramı öne çıkıyor ?
Son yıllarda yapılan seçimlerde ortaya çıkan bir slogan olarak “Tek vatan ya da tek Türkiye” kavramı kamu oyunda öne çıkmaya başladı. Bugünün siyasetinin önde gelenleri konuşmalarını yaparken , ellerini havaya kaldırarak sırasıyla parmaklarını sayarken, tek vatan, tek devlet, tek millet ve tek bayrak diye bir sıralamayı halkın gözü önünde yeni bir slogan haline getirmektedirler . Ne var ki , uygulamada iş tamamen farklı bir çizgide tek lidere doğru gitmekte ve halk bu kavramlar ile uğraşırken , tek lider çıkmazına Türk siyaseti saplanıp kalmaktadır . Çağdaş demokrasilerde olmadığı gibi bir tek lider hegemonyası öne çıkartılırken , arkasından tek parti rejimi gündeme gelmekte Türkiye cumhuriyeti devletin kuruluş döneminde olduğu gibi yeniden bir tek partili yapıya doğru sürüklenmekte ve bunun sonucunda da anayasaya göre ulus devlet olması gereken Türk devleti , parti devleti görünümü kazanmaktadır .Bu durumda , ülkenin birliği ve bütünlüğü doğrultusunda geliştirilen tek vatan ya da tek devlet yaklaşımlarının yerini tek parti ve tek lider olgusu almaktadır . Böylesine farklı bir durumun ortaya çıkması da Türkiye’de rejim tartışmalarına yol açmakta ve tek lider oluşumu yüzünden demokrasi yerine diktatörlük sorunu etkinlik kazanmaktadır . Kuruluş modeli olarak tek devlet ve vatan üzerine yapılandırılmış olan Türkiye Cumhuriyetinin, tek parti ve tek lider çıkmazına sürüklenmesi tümüyle ters bir sonuç ortaya çıkarmıştır . Çağdaş cumhuriyet rejimi altında gelişmiş bir demokrasi arayışı içinde bulunan halk kitlelerinin , aranılanın tersi bir otoriter tablo ile karşı karşıya kalması ülkemizde demokratik gelecek açısından karamsar bir ortam yaratmıştır .
Neden içinde bulunulan geçiş döneminde Tek vatan sorunu öne çıkmıştır?
Birinci dünya savaşı ile imparatorluklar parçalandığı için ulus devletler tarih sahnesine çıkmıştır .Bu nedenle yirminci yüzyıl bir ulus devletler çağı olmuştur . Savaş sonrasında gündeme gelen iki kutuplu dünyada aynı zamanda bir soğuk savaş düzeni ortaya çıkarken , savaş sonrasının ulus devletleri böylesine hassas bir dengede varlıklarını koruyabilmişlerdir . Ne var ki , sosyalist sistemin dağılması üzerine gündeme gelen tek merkezli kutuplaşma bütün dünyaya küresel sermayenin başında bulunduğu bir yeni emperyalizmi dayatınca , ulus devletler küresel sermayenin temsilcisi olan tekelci şirketler aracılığı ile tasfiye edilmeye başlanmıştır . Böylesine bir süreç sonunda bütün ulus devletlerin sahip olduğu ulusal ve üniter yapılar aşınmaya başlamış ve zamanla çöküş ile dağılma olguları kaçınılmaz bir biçimde öne çıkmıştır . Ulus devletlerin bağımsızlığı ile ulusal vatanlarına sahip olma şansını yakalayan dünya ulusları yeni dönemde uluslararası tekelci şirketlerin hegemonyası doğrultusunda büyük bir saldırı rüzgarına muhatap olurlarken , aynı zamanda vatanlarını da kaybetme riski ile karşılaşmışlardır . Sınırsız sermaye ile hareket eden küresel şirketler dünyanın her yerini satın alarak ele geçirirken , ulus devletlerin milli sınırları içerisindeki vatanlarına da el koyma aşamasına gelmişlerdir . Bu yüzden küreselleşmeye açık davranan ulus devletler çeyrek asırlık bir zaman dilimi sonrasında vatanlarını kaybetme durumu ile karşı karşıya kalmışlardır . Bu nedenle , küresel emperyalizme karşı ulusların yeni bir anti-emperyalist savaş vererek vatanlarını kurtarma aşamasına gelinmiştir . Türk siyasetinde tek vatan ve tek devlet sloganlarının yükselmesinin arkasında böylesine bir konjonktürel bir durum vardır . Siyaset kadroları da bu doğrultuda seçimlere girerken ya da halk oylamaları sırasında ulusal bağımsızlığı yansıtan tek vatan ve tek devlet kavramlarını dile getirerek , küresel güçlerin emperyal müdahalelerine karşı halkın ulusal tepkilerini destekleyerek haklılık kazandırmak istemişlerdir.
Tek vatan konusu her yönü ile tartışılırken, neden tek devlet konusu da gündeme gelmiştir ?
Teorik olarak vatan ve devlet kavramları birbirinden ayrı olmasına rağmen uygulamada ikisi bir bütün teşkil ettiği için , tek vatan ile birlikte tek devlet konusu da tartışma alanına gelmiştir . Vatan ile devlet kavramları ayrı bilim dallarının inceleme konusu olmasına rağmen , uygulamadaki birliktelikleri tek vatan ile beraber tek devlet arzusunu da tartışma alanına getirmiştir . Vatan konusu coğrafya ve jeopolitik bilimlerinin inceleme alanında olmasına rağmen , devlet sorunu da hukuk ve siyasal bilimin sınırları içerisinde ele alınmaktadır . Ne var ki , devletsiz vatanın olamayacağı gibi vatansız devlet de olamaz . Bu durumun bir istisnası olarak çağımızın sorunu olan Filistin meselesi İsrail meselesinin bir yansıması olarak öne çıkmıştır . İsrail iki bin yıl önce Romalıların Yahudileri kovması yüzünden kaybettikleri devletlerini , yirminci yüzyılda tekrar aynı topraklar üzerinde kurmaya kalkışınca Filistin’lilerin vatanını işgal ederek onların gerçek bir devlete sahip olma hakkını ortadan kaldırmışlardır . Bu yüzden Filistinliler devletlerini kurmalarına rağmen vatanlarını ellerinden kaçırdıkları için tam anlamıyla bir devlet düzenine kavuşmakta zorlanmaktadırlar . Genel Kamu Hukuku bilim dalının getirdiği açıklamalar doğrultusunda, her devletin ülke ya da vatan ,nüfus ya da toplum ile birlikte egemenlik olmak üzere üç tane esaslı unsuru vardır . Bu doğrultuda ,devletler ülkelerini milli sınırlar ile çevirerek kendi yurttaşlarına bir vatan kazandırırken , dünyanın herhangi bir bölgesinde ya da kara parçasında kendi kendini yönetme gücünü kazanmış olan topluluklar da egemenliklerinin sınırını, sahip oldukları siyasal gücün etkisi ile belirledikleri aşamada devletlerini kurdukları anda aynı zamanda kendi vatanlarını da kazanmış olmaktadırlar . Yirminci yüzyılın ulus devletleri bu doğrultuda dünya haritası üzerinde kendi vatanlarını elde ettikleri için , bugünün küresel emperyalizm çağında kendilerini savunurken aynı zamanda vatan savunmasını da birlikte yapmak zorunda kalmaktadırlar .
Türkiye’nin Misakı Milli sınırları ile belirlenmiş olan topraklarının tek vatan olarak belirlenmesi, nasıl mümkün olabilmiştir?
Bu sorunun cevabı tek kelime ile Kemalizm’dir. Kurucu önderin ortaya koymuş olduğu devlet modeli , Kemalizm olarak açıklandığı için Kemalist yapılanma bugün de devam etmektedir . Kemalizm ,bir devlet modeli olarak jeopolitik koşulların dikkate alınması ile oluşturulmuş bir sistemdir . Bir imparatorluk düzeninden ulus devlet yapılanmasına gidilirken , Kemalizm bir eklektik sistem ve bir tarihsel zorunluluğun yansıması olarak güncellik kazanmıştır . Kemalizm, Türkiye cumhuriyetinin anayasal ilkeleri olarak kabül edilen altı ana ilkenin birleşmesi ile uygulama alanına girmiştir . Altı ilke olarak milliyetçilik,cumhuriyetçilik,laiklik,devletçilik,halkçılık ve devrimcilik ilkeleri bütünsel çerçevede savunulmuştur . Bu altı ilkenin ilk üçü Fransız devriminden diğer üçü ise Sovyet devriminden gelen ilkeler olarak ele alınmış ve Türkiye potası içinde birleştirilerek üç dünya arasında merkezi bir devlet modeli kurulmuştur . Batı dünyası ile birlikte Sovyet ve İslam dünyaları aynı dönemde birlikte var olurken, Kemalist model doğrultusunda üç dünyanın dışında yeni bir merkezi yapı olarak Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur . Fransız ve Sovyet devrimlerinin getirdiklerinden yararlanırken , üç ayrı dünyanın kesiştiği noktada ve dünyanın jeopolitik merkezinde hiçbir başka modele benzemeyen siyasal yapılanma Atatürk’ün kurucu önderliğinde gerçekleştirilmiştir . Üç kıta ile birlikte üç yarımadanın da birleştiği merkezi bölgenin özelliklerine göre gerçekçi bir yapılanmaya gidilirken, Kemalist model de güçlü bir ulusal,üniter ve merkezi devlet oluşumu başarılabilmiştir . Bu topraklar üzerinde Kemalist modeli ile var olan Türkiye cumhuriyeti gene aynı model sayesinde ayakta kalarak yirminci yüzyılda yoluna devam edebilmiştir .
Son seçimler ve referandumlarda ortaya çıkan üç Türkiye haritası tek vatan ve tek devlet ilkeleri ile Türkiye’nin geleceği açısından nasıl değerlendirilebilir ?
Türkiye’de yapılan genel seçimler ve referandumlar sonucunda üçe bölünmüş Türkiye haritasının çıkmasının nedeni , Türkiye’yi son dönemlerde yöneten iktidarların devletin kuruluş modelini ihmal ederek ülkeyi yönetmeye kalkmalarıdır .Var olan jeopolitik koşulların zorunlu sonucu olan kuruluş modelinin , batı emperyalizminin merkezi coğrafya için hazırladığı siyasal projelere alet olarak ihmal edilmesinin sonucunda , seçimlerde sürekli olarak üçe bölünmüş Türkiye haritası çıkmaktadır . Meclis başkanı çıkıp laiklik kaldırılmalıdır dediği bir ortamda ülkede var olan farklı din anlayışlarının mensuplarının harekete geçtiği ve Trakya ile Anadolu’nun batı kesimlerine yönelerek , orta Anadolu’da giderek öne çıkmaya başlayan İslam devleti yapılanmasına sırtlarını döndükleri göze çarpmaktadır . Bizans ve Osmanlı döneminden kalma Gayrimüslimler ,Ermeniler,Yahudiler ,Rumlar ve ateistler Osmanlı yıkılırken bu ülkeyi nasıl terk ettilerse ,benzeri bir yurt dışına gitme hareketine bugün de yönelmektedirler . Son yıllarda ülke değiştiren , yurt dışında gayrimenkul alan ve yatırım yapan Türk vatandaşlarının sayıları giderek artmaktadır . Üçe bölünmüş Türkiye haritasında doğu Anadolu’da başka bir ulus devlet oluşumu öne çıkarken , ülkenin Arabistan gibi bir İslam devletine dönüşümü sürecinde de gayrimüslimlerin tepki göstererek iç ya da dış göçlere katıldıkları ,sandıklar açılınca ortaya çıkan seçim sonuçları ile daha anlaşılır bir duruma gelmiştir . Seçimlerin getirdiği üçe bölünmüş Türkiye haritasında devleti kuran parti batı Anadolunun sahil zenginleri partisine dönüşmüştür . Orta Anadolunun Türkçü partisi ise bu bölgede İslam kimliğinin öne çıkması ile batı Anadolu’ya doğru bir taban kayması yaşamıştır . Bir anlamda Doğu Anadolu’da gündeme getirilen bir başka ulus devlete taban kazandırma girişimleri sonucunda milliyetçi parti batı Anadolu partisi konumuna gelmiştir .Doğu bölgesinde ise etnik ayrılıkçı yeni bir ulusçu parti ortaya çıkmıştır .
Emperyalist politikalar Türk devleti için risk
Tek vatan arayışı , Tek Türkiye olgusu ile birlikte nasıl açıklanabilir ?
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu gereği üniter bir devlet statüsüne sahip bulunmaktadır . Batı dillerinde yer almış bir Latin kavramı olan üniterlik sözlük anlamı olarak teklik ya da tekillik olarak anlaşılmaktadır. Üniter devlet denildiği zaman Türklerin ülkesinde tek bir devlet olduğu ve bu devletin ülke sınırları içerisinde bir başka devlete izin verilemeyeceği ifade edilmeye çalışılmaktadır. Türklerin durumu diğer milletler ile karşılaştırıldığı zaman ayrı bir durum göstermektedir. Çünkü çok geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunan bir Türk dünyası tarihsel bir gerçeklik olarak vardır ama Misakı Milli sınırları içerisinde Türklerin tek bir vatanı vardır o da Türkiye’dir . Türk devletinin kuruluşu Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla gerçekleştirilmiştir . Devletin kurucu başkanı Atatürk, Meclisi açış konuşmasında Pan- Türkizm ya da Pan-İslamizim yapılmayacağını , yeni devletin ilan edilen ulusal sınırları içerisinde ülkede barış düzenini tesis edeceğini , böylece bir barış ve güvenlik devleti olarak tarih sahnesine çıkan Türkiye Cumhuriyetinin aynı zamanda dünyada barışı kurmak üzere sınırların ötesine giden her türlü emperyalist politikadan vazgeçeceğini, Osmanlı İmparatorluğu döneminde olduğu gibi Türkiye Cumhuriyetinin sınırlarının ötesinde hiçbir biçimde siyasal macera aramayacağını, uluslararası kamuoyuna bir kesin bir söz olarak açıklamıştır . Bu doğrultuda , yirminci yüzyılı bir barış düzeni içerisinde geride bırakan Türk devleti , içinde bulunduğu merkezi coğrafyanın geleceğine yönelik yeni emperyalist projeler yüzünden hem tek vatanı hem de tek devletini kaybetmek riski ile karşı karşıya gelmiştir . Kuzey ve Orta Asya’da yer alan Türk dünyasında milyonlarca Türk asıllı insan yaşamaktadır ama Türk devleti ulusal sınırları ile bağlı kalarak hiçbir biçimde irredantist bir politikaya yönelmemiştir . Vatanın bağımsızlığı için verilen ulusal kurtuluş savaşı sonrasında Türk ulusu milli sınırları ile yetinerek ayakta kalmıştır .
Kuvayı Milliye hareketi yeniden güncellik kazanmakta
Tek vatan olgusu , Türkiye’nin özel koşullarında ne ifade etmektedir ?
Tek vatan Türkiye Cumhuriyeti açısından ulusal kurtuluş savaşı ile ilan edilmiş ve Lozan Antlaşması ile kazanılmış olan Misakı Milli sınırları içinde kalan toprak parçasının bütününü ifade etmektedir . Yirminci yüzyılın soğuk savaş ortamının durağanlığında pek de fazla önemsenmeyen bu konu , ABD dışişleri bakanının merkezi coğrafyada 22 devletin sınırlarının değişeceğini söylemesi ile birlikte fazlasıyla önem kazanmıştır . Bu nedenle ,ulus devletler milli sınırlarını korumaya öncelik vererek , sınırlar içinde yer alan vatan savunmasına yeniden girmek zorunda kalmışlardır . Türk devleti de emperyalizmin bölge devletlerini parçalaması gerçeği karşısında , tek vatan ile birlikte tek devlet kavramını birlikte savunmak zorunda kalmıştır . Yıkılan bir imparatorluğun merkezi alanlarını milli sınırlar içerisinde birleştiren Kuvayı Milliye hareketi, bu yüzden bir asır sonra yeniden güncellik kazanmakta , devlet ve vatan ile birlikte tek millet ve tek bayrak da savunma alanına girmiştir . Türkiye sahip olduğu coğrafi koşullar nedeniyle üç kıta ortasında bir merkezi alanı kendisi için vatan haline getiren Misakı Milli sınırlarını kabül ederek tarih sahnesine çıkmıştır . Trakya gibi Avrupa parçası olan bir kara alanı ile , Anadolu gibi bir Asya yarımadası tamamen jeopolitik koşulların zorlaması yüzünden aynı milli sınırların içinde yer almıştır . Üç büyük yarımada üzerine kurulu bulunan Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilince Balkanlar’da geride kalan Trakya toprakları Küçük Asya denilen Anadolu yarımadası ile birlikte düşünülerek merkezi bir devlet konumunda Türkiye Cumhuriyetinin haritası belirlenmiştir . Rusya Federasyonu gibi bir dev ülkenin merkezi alanı işgal etmesinin önlenmesi doğrultusunda güneyde güçlü bir tampon devlet gerektiği için Türkiye bugünkü sınırlarına sahip olabilmiştir .
Türkiye, yeniden Kemalist modele dönmek zorunda
Atatürk , kurucu önder olarak Türkiye’nin jeopolitik koşullarını iyi bildiği için , bir milli devlet kurarken içe dönük milliyetçiliğin toplumu bölmemesi için aynı zamanda halkçılık ilkesini de kabul ederek ve Halkevlerini bu doğrultuda kurarak halkçılık anlayışı çizgisinde toplumu bütünleştirmeye öncelik vererek, doğu Anadolu topraklarında devletin ulusal kimliği dışında bir başka ulus devletin kuruluşunu önlemeye çalışmıştır . Aynı zamanda Osmanlı döneminde ülkenin batı kıyılarında yer alan ve ekonomi ile ticareti yönlendiren lövanten unsurlar ile Yahudi ,Ermeni ,Rumlar ve Süryanilerden oluşan gayrimüslim unsurlardan oluşan İslam dışı toplumları da dikkate alarak laik devlet yapılanması ile Fransız devrimi doğrultusunda bir batı tipi devlet modelini, Küçük Asya toprakları üzerinde gerçekleştirmeye çalışmıştır . Atatürk cumhuriyetinin temel ilkeleri olan altı ana ilkeyi iç ve dış jeopolitik koşulları dikkate alarak belirlerken , Türkiye Cumhuriyetinin kurucu irade ve model doğrultusunda yüz yıl ayakta kalmasını sağlamıştır . Şimdi dünya yeni bir yapılanma dönemine girerken emperyal projeler Türkiye’nin kuruluş modelini devre dışı bıraktığı için yeniden Doğu Anadolu’da başka ulus devlet oluşumları gündeme getirilmekte , meclis başkanı laikliğe karşı çıkarken , gayrimüslim toplum kesimleri de yeniden batı Anadolu topraklarında İyonya ,Marmara ya da Trakya Cumhuriyetleri kurma girişimlerine yönelmektedirler. Ayrıca İstanbul’un yeniden Vatikan destekli yeni Bizans ya da Konstantinapolis’e dönüştürülmesi girişimleri de , batı emperyalizminin ana hedeflerinden birisi olarak öne çıkmaktadır . Türk halkı seçim sonucunda ortaya çıkan üç Türkiye haritasının bu doğrultuda bölünme ve dağılma sinyalleri verdiğini görmektedir . Yüz yıl önce de bu koşullar varken , merkezde büyük bir ulus devlet kuran Kemalizm bu nedenle yeniden güncellik kazanmıştır . Artık Türkiye yeniden Kemalist modele dönmek zorundadır . Kemalizm ile dünya sahnesine çıkan ve yirminci yüzyılı geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti ,yirmi birinci yüzyılda yoluna devam edebilmek için yeniden Kemalizm’e dönerek ilelebet payidar olabilecektir.
PROF. DR. ANIL ÇEÇEN