9 Mart 2019 Cumartesi

Söyleşi/Röportaj: UYGUR KIŞKIRTMASI, ÇİN’İ ARKADAN ÇEVİRME PROJESİ "Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN" (Almanya-02 Mart 2019 Röportaj: Mehmet ÖZAYDIN-KÖLN) - Prof. Dr. Anıl Çeçen, CHP’nin Atatürk çizgisinde olmadığını söyledi. ADD kurucularından Çeçen, yeni örgütlenmelerin yapılabileceğine işaret etti.


UYGUR KIŞKIRTMASI,
ÇİN’İ ARKADAN ÇEVİRME PROJESİ

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Almanya-02 Mart 2019
Röportaj: Mehmet ÖZAYDIN-KÖLN

Prof. Dr. Anıl Çeçen, CHP’nin Atatürk çizgisinde olmadığını söyledi. ADD kurucularından Çeçen, yeni örgütlenmelerin yapılabileceğine işaret etti. Uygur kışkırtmasının, Çin’i arkadan çevirme projesi olduğunu anlattı. (MEHMET ÖZAYDIN/Almanya-KÖLN)

Atatürk Kültür Evi’nin davetlisi olarak, Köln’e gelen Prof. Dr. Anıl Çeçen, değişen dünya düzeni, Ortadoğu’daki gelişmeler, Halk Evleri ve Türkiye üzerine görüşlerini Aydınlık’a anlattı.
Ankara’da doğup büyüyen Çeçen, 70 yaşında bir bilim insanı. “Halk Evleri’ne 10 yıl, Halk Evi gibi çalışan sanat kuruluna 15 yıl, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin kurucu Genel Sekreteri olarak 20 yıl, Türkiye’yi, Atatürk çizgisinde götürmek için, bir bilim adamı olarak çeşitli görevleri üstlendim” diyen Çeçen, şöyle konuştu: “Dünya değişiyor. Değişen süreç içinde biz dışlanıyoruz. Medyanın kontrolü hep küresel güçlerin elinde olduğu için ben ve benim gibi Atatürkçüler, Ulusalcılar dışlanıp, toplumun dışına itildi. Çalışmalarımız kamuoyuna yansıtılmadı. Dünya nereye gidiyor, bize nasıl yansıyor, biz ne durumdayız, dün nasıldı, Atatürk bu durumda ne yaptı? Bunları inceledim. Sonunda 30 kitaplık bir külliyatı gelecek nesillere bıraktım. Yazdığım kitapları genç kuşaklar okudu.”

30 sene ADD’yi kurduklarını anlatan Çeçen şunları kaydetti: “Avrupa’da 50’den fazla ADD var. Son 10 yıldır ADD şubeleri beni çağıramıyor. Neden? Çünkü kendilerine baskı var. Ya iç baskı, ya da dış baskı. Kendi kurduğumuz örgütten dışlanma noktasına geldiğimiz bu aşamada, artık bunların sebepleri üzerinde durmamız lazım. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir model ve biçim değişikliğine zorlandığı aşamada, Atatürk’ün devlet modeline sahip çıkmak, onun siyasi birikimini bugünün koşullarında gündeme getirmek, bu doğrultuda, Türkiye’nin kendini toparlayarak yoluna devam etmesini sağlamak için Atatürkçü derneklerin önemli bir görevi ve misyonu vardır. Hem siyasi partiler, hem de Atatürk’ün partisi işgal altındadır. Bu işgalin kalkması lazım. Ya bu işgal kalkacak, Atatürk’ün partisi gerçek rayına girecek, ya da yeni bir Atatürkçü parti Atatürk’ün ilkeleriyle yeniden doğacak.”

‘ATATÜRK’ÜN PARTİSİ DEĞİL’
Çeçen, CHP’nin bugünkü siyasi çizgisini eleştirdi: “Bugünkü üst yönetimin hiçbiri, Atatürk’ün partisinden değildir. Hep dışarıdan gelen insanlar, baskılarla partiyi ele geçirip, kuruluş iradesine ve Atatürk’e uygun, politika yapılmasını önlemektedirler.”

Çeçen, şöyle devam etti: “Anadolu’da yaşayanları şehirlere topluyorlar. Şehirleri göçe zorluyorlar. Ben önümüzdeki dönemde, Anadolu halkının, Müslüman ve Türk kesimin, önemli bir kesiminin Orta Asya’ya kaydırılacağı kanaatindeyim. Çünkü Avrasya boş. Anadolu’yu böylece Orta Asya’ya taşıyarak, Türkleri geri çevirecekler!Türkler Orta Asya’dan, ön Asya’ya gelmişti. Ön Asya’dan, Orta Asya’ya gönderilecekler ve Anadolu’ya, Amerikalıların, Batılıların, İngilizlerin, Yahudilerin gelip yerleşeceğini düşünüyorum. Büyük Ortadoğu Projesi olarak bu uygulanıyor. Ortadoğu’ya egemen olmak isteyen Yahudiler, Hıristiyanların bu doğrultuda Anadolu’ya egemen olmalarını istemedikleri içindir ki, alt kimlikleri hortlatarak, etnik kimlikler üzerinden eyalet, küçük eyalet devletçiklerini, Kudüs’e bağlayarak, Kudüs üzerinden bir bölgesel dederasyon, Ortadoğu Birleşik Devletleri gibi bir modeli gerçekleştirerek bu bölgede büyük İsrail projesini, Siyonistlerin istediği doğrultuda gerçekleştirmeye çalışıyorlar.”

‘BATICILIK TÜRKİYE’Yİ KURTARMAZ’
Çeçen, Batıcılık fikrinin zararlı olduğunu belirterek şunları kaydetti: “Doğu Anadolu’daki ayrılma sürecini bugün Ege ve Trakya bölgesinde yaşıyoruz. Ankara giderek, dini bir kimliğe sürüklenmesi noktasında. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran laik kesimler, Türkiye’de yaşayan, gayri müslim kesimler, Trakya ve Ege’de ayrı devletler kurarak, Avrupa ile bütünleşme arayışı içine girme çabası içindeler. Eskiden bunu gizli yapıyorlardı. Şimdi açıkça yapıyorlar. Anadolu’nun bölünmesi sadece Doğu’dan değil, Batı Anadolu’dan geliyor. Batıcılık Türkiye’yi kurtarmıyor.

‘TÜRKİYE AYAKTA KALMALI’
“Türkiye’nin hem ayakta kalması lazım, hem de Batı medeniyetinin yaratıcısı olan Avrupa’nın, sahip olduğu medeniyet birikimini bugüne taşıması. Bugüne taşırsa Amerika, Venezuela’ya saldıramaz. Avrupa burada çok kilit bir role sahip. Avrupa bu yeni dönemde ya o kilit rolünü yerine getirecek, ya da yeni bir 3’üncü Dünya Savaşı senaryosuna alet olacak. Bakın bir cephe, Ortadoğu’da, Arap NATO’suyla gündeme geliyor. Amerika tarafında mevcut NATO çöktü. Amerika’nın yolları ayrıldı. Türkiye ile anlaşamıyorlar. O nedenle, Türkiye’nin işgalini konuşuyorlar, gelinen noktada. Bir tarafta, Amerika Ortadoğu’daki darbe ile Suudi Arabistan’ı ele geçirerek, Arapları bir araya getiriyorlar. Öbür tarafta da, Avrupa buna karşı Avrupa ordusunu, NATO’sunu kurmak zorunda kalıyor.”

UYGUR KIŞKIRTMASI
Çeçen, “Doğu Türkistan’ı kışkırtarak, Çin’i arkadan çevrelemek, Çin’i Asya içlerine çekerek, Pasifik Okyanusu’na yönelmesini önleme taktiği yapıyorlar” diyerek şöyle konuştu: “Amerika burada, Çin’i arkadan çevirerek, bunu gerçekleştirmeye çalışıyor. O noktada Avrupa’nın, Orta Doğu’ya girmesini önlemek, Almanya’nın, Avrasya’da etkin olmasını önlemek üzere, Polonya’yı devreye sokarak Almanya’nın önünü kesmeye çalışıyorlar. Doğu Avrupa problemi, Almanya ve Rusya’nın önünü açıyor. Amerika ve İsrail ikilisi, bunu önlemek üzere Polonya’yı yeniden devreye sokuyorlar. Çünkü Türkiye’yi kullanarak, yeni dönemde Türkiye üzerinden kendi politikalarını uygulayamayacaklarını gördüler. Doğu Türkistan meselesi, Çin’i, arkadan çevirme projesinin, Ortadoğu’da başlayan terör olaylarının bir uzantısı olarak gündeme geliyor. Ortadoğu’daki terörü, Orta Asya’ya taşıyorlar. Doğu Türkistan’ı kışkırtarak, Çin’i arkadan çevrelemek, Çin’i Asya içlerine çekerek, Pasifik okyanusuna yönelmesini önleme taktiği var ki, Amerika burada, Çin’i arkadan çevirerek, bunu gerçekleştirmeye çalışıyor. O noktada Avrupa’nın, Orta Doğu’ya girmesini önlemek, Almanya’nın, Avrasya’da etkin olmasını önlemek üzere, Polonya’yı devreye sokarak Almanya’nın önünü kesmeye çalışıyorlar.”

Trump’un ‘Avrupa bizim düşmanımızdır’ sözünü hatırlatan Çeçen, “Trump ikinci Hitler olacak. Savaş başlatıp dünyanın başını yakacak. Onun için getirildi. Her türlü çılgınlığı yapabiliyor. Trump, Amerika’yı emperyal bir güç olarak geleceğe taşırken, Avrupa’yı karşısına alıyor. Ama gelecekte rakibi olacak Çin’i de karşısına alıyor. Çin ile İngiltere’nin birlikteliği, karalar üzerinden İpek Yolu Projesi’yle, Asya ve Avrupa Pekin ile Londra, birleşirse, Amerika devre dışı kalıyor. Devre dışı kalmamak için, Amerika, Ortadoğu’dan ayrılmayacaktır” dedi.

Çeçen, olası bir savaş durumunda yaşanacaklara ilişkin tahminini şöyle anlattı: “Savaşın terör üzerinden, Doğu Türkistan’a yönlendirilmesi demektir ki; Amerika Ortadoğu’da savaş çıkarmak zorunda ve Orta Asya’ya sokmak zorunda. Savaş Ortadoğu’ya girerse, hem Çin’i parçalar, hem Rusya’yı parçalar, İran’ı dağıtır. Türkiye’yi zaten çoktan dağıtır, o zamana kadar, böyle bir süreçle karşı karşıyayız. Avrasya’nın geleceği tartışma konusudur. Rusya mı egemen olacak, Çin mi... Amerika savaşla bu bölgeyi parçalayacak mı? Avrupa ile Türkiye’yi tekrar karşı karşıya mı getirecek? Bütün bu oyunlar oynanıyor. Bunlar dış dinamikler. İç dinamikler ne yapıyor?”

ÖRGÜTLENME ŞART
İlerleyen dönemde Halkçılık ve Milliyetçiliğin daha öne çıkacağını söyleyen Çeçen, şöyle devam etti: “İç dinamiklerin bir görevi vardır. Önce kendi ülkelerinde barışı sağlamak, önce kendi devletlerini güçlendirmek, kendilerini toparladıktan sonra dışa açılmaktır. Önümüzdeki dönemde, etnik kavgayla devletleri parçalayıp eyaletlere bölme oyunu devam ettiği noktada, halkçılık, milliyetçilikten daha fazla ön plana çıkacaktır. Milliyetçilikle milli devletlerin çıkarını koruyabilirsiniz. Ama bu yetmez. Etnik kavganın önlenmesi için, mutlaka, halkçılık’ın da örgütlenmesi gerekiyor.”

‘YENİ ÖRGÜTLENMELER GÜNDEME GELEBİLİR’
Çeçen, ADD’lerin Atatürkçü bir çizgide olmadığını anlattı: “Geleceğe dönük barış üretebilmenin yolu, yeni bir halkçılık anlayışının geliştirilmesi, halk evcilik anlayışıyla toplumların kucaklanması, geleceğe dönük barış içerisinde birlikte yaşama zorunluluğunu gündeme getiriyor. Halk evleri birikimi, ADD örgütlenmesiyle bugünlere geldi. Yarın bunlar yeterli olmazsa, halk evleri bu etnik kavgadan uzaklaşmazsa, ADD’ler, Türkiye’yi yeterince, Atatürkçü bir çizgide temsil edemezse, bu birikimi bugüne taşıyamazsa, Atatürk birikimi ve geleneği, yeni örgütleri gündeme getirir.”

5 Şubat 2019 Salı

Emperyalizmi BRIC bitirecek... "Prof. Dr. Anıl Çeçen" NASIL OLUYOR / ALİ DEĞERMENCİ (04 Şubat 2019-TAKVİM GAZETESİ) - ABD EMPERYALİZMİNİ, BÜTÜN YÖNLERİYLE, PROF. DR. ANIL ÇEÇEN İLE KONUŞTUK.


Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN: "Emperyalizmi BRIC bitirecek!.."
"AMERİKA BUNU HER ZAMAN YAPIYOR. BEĞENMEDİĞİ, İSTEMEDİĞİ YÖNETİMLERİ ÖNCE DIŞLIYOR, SONRA TERÖRİZE EDİP DARBELER PLANLAYIP YÖNETİMLERİ KENDİNE YAKIN OLANLARI İKTİDARA GETİRİYOR. SONRA DA BÜTÜN DOĞAL KAYNAKLARINI SÖMÜRÜYOR. BUNU BİRÇOK ÜLKEDE YAPTI. SON OLARAK IRAK’TA VE LİBYA’DA ASKERİ MÜDAHALE İLE YÖNETİMLERİ DEVİRDİ. SONRA BÜTÜN KAYNAKLARINI SÖMÜRDÜ. ŞİMDİ KENDİ KIT'ASINDA, VENEZUELA’YA YAPMAKTA. DARBE YAPIP KENDİNE SADIK BİR YÖNETİM GETİRMEK İSTİYOR..."
ABD EMPERYALİZMİNİ PROF. DR. ANIL ÇEÇEN İLE KONUŞTUK.
ABD'nin Venezuela'ya karşı başlattığı düşmanca müdahaleyi nasıl yorumluyorsunuz? Neden böyle bir saldırıya kalkışmakta?
Bugünkü dünyada ABD'nin süper emperyal güç olarak etkin olmasının ilk adımı, kendi kıtasındaki bütün ülkeler üzerinde hegemonya kurmasıdır. Amerikan kıtasındaki ülkeleri mutlak kontrolü altına alarak ve kıtasal bir güç görünümünde dünya sahnesine çıkarak diğer kıtalar üzerinde de kıtasal yapılanmadan gelen gücünü emperyalist bir doğrultuda kullanmıştır. Bu doğrultuda Amerika kıtasındaki tüm devletler, emperyal ABD'nin her türlü kirli oyununa sahne olan arka ve ön bahçe ülkeleri konumuna sürüklenmişlerdir. Venezuela'nın da diğer Latin ülkeleri gibi arka bahçe konumuna sahip olması dolayısıyla başına gelen emperyal müdahaleleri, ABD son çıkışı ile devam ettirmektedir.


ABD'nin planında nerede sorun çıktı?
Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla, ABD süper güç konumuna geldi. Fakat ABD'de Hıristiyan-Yahudi kavgası, CIA-Pentagon çekişmesi yolu ile devlet içinde karışıklık ortaya çıktı. ABD giderek içine dönmek zorunda kaldığı için, dış dünyadaki egemenliğini tam olarak başaramadı. Bu aşamada Rusya, Çin ve Hindistan ile birlikte Brezilya'yı da içine alan bir Batı karşıtı yeni küresel blok girişimi oluştu. BRİC İttifakı, Rusya, Çin, Brezilya ve Hindistan gibi Avrupa kıtasından daha büyük devletlerin birlik olmaları Batı emperyalizminin önünü kesti. Brezilya gibi bir güney devletinin ABD'nin kontrolü dışına çıkması anlamına gelmektedir. Bu da ABD'nin Güney Amerika üzerindeki ağırlığını ciddi olarak sarsmıştır.
ABD, Batı dışı güç oluşumuna karşı ne yaptı?
Brezilya'nın önünü kesemeyen ABD-İngiliz sömürgesi, Güney Afrika Cumhuriyeti'ni görünüşte Afrika kıtasının temsilcisi olarak ama aslında Batı blokunun casusu olarak BRİC ittifakının içine girmesini sağladı. Güney Afrika aracılığı ile BRİC ittifakını dışarıdan yönlendirmeye kalkışan ABD, Batı blokuna karşı ortaya çıkan küresel BRİC ittifakını devre dışı bırakabilmenin arayışı içine girdi.
ABD'DEN BAĞIMSIZ HAREKET ETME SUÇU
Venezuela bu kavganın neresinde?

ABD'nin bugün Venezuela'ya yaptığı dış müdahalenin asıl hedefi güney kıtasının patronu konumundaki Brezilya'dır. Bugün Venezuela'da sendikacı kökenli Başkan Maduro öncesinde, Brezilya'yı krizden çıkaran sendikacı Cumhurbaşkanı Lula da Silva'ydı. Arkasından sendikacı Dilma Rousseff geldi ama çamur atma operasyonları ile devre dışı bırakıldı. ABD, askeri konumundaki yeni yöneticileri Brezilya devletinin başına getirildi. Brezilya'yı bir Trump taklitçisi başkana teslim eden ABD, bu durumun getirdiği rahatlık içinde Venezuela'ya müdahale etmeye başlamıştır.
BÜTÜN ÜLKELER TEHDİT ALTINDADIR
Amerikan emperyalizminin hedefinde başka ülkeler var mı?

Bugün bütün devletleri emperyalizmin oyun alanları olarak Venezuela ile aynı kaderi paylaşmaktadırlar. Venezuela'nın halkın oyları ile seçilmiş meşru yönetiminin hedefe alınması gibi, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bütün dünya devletleri yarın aynı duruma düşürülebilirler. Dün Irak, Suriye ve Libya'ya askeri saldırılar yapıldığı gibi bugün de benzeri bir saldırının ön koşulları Venezuela'ya yapılan müdahale ile hazırlanmaktadır. Okyanus ötesi güç kendi kıtasından aldığı destek ile diğer kıtalar üzerinde hegemonya saldırılarına kalkışarak bütün dünyayı 'Sam Amcanın Çiftliği'ne çevirebilmenin arayışı içindedir.
BATI'NIN KARANLIK YÜZÜ
Batı bir taraftan demokrasi diyor, diğer taraftan emperyalist planları nasıl güdüyor?

Batı dünyasının medeni ve emperyal olarak iki yüzü vardır. Batı uygarlık hikayeleri ile dünya halklarını uyuturken, dışarıdan her türlü emperyal müdahaleyi örgütleyerek hem dünyayı karıştırmakta, hem de bu karışıklık içinde kendi çıkarları doğrultusunda siyasal gelişmeleri yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Uluslararası örgütler üzerinden yardım ediyorlarmış gibi görünürken, aslında kendi emperyal çıkarları doğrultusunda her türlü dış müdahaleyi gerçekleştirebilmektedirler. Dünya devletlerinin yöneticileri bu gibi durumlara karşı çıktıkları zaman onların yerine hemen kendi adamlarını getirerek etkinliklerini artırarak sürdürebilmektedirler. Çağdaş uygarlığın temsilcisi gibi kendisini gösteren Batılılar, sahip oldukları sömürgeci konumlarını koruyabilme doğrultusunda her türlü emperyal senaryoları, satın aldıkları işbirlikçi kadroları ve istihbarat örgütleri aracılığı ile tezgahlayarak dünya uluslarının kaderleri ile oynayabilmektedirler.
Demokrasi bunun neresinde?
Avrupa ve Amerika emperyalistleri, demokrasi kavramını yücelterek insanlık dışı emperyal saldırganlıklarını gizlemektedir. Gerçek anlamda bir halk yönetimi olması gereken demokrasiyi sermaye egemenliğine dönüştürerek, yeni aşamada demokrasileri kapitokrasi adı altında sermaye egemenliği düzenlerine dönüştürmüşlerdir. Uluslararası alanda tekelci konuma gelen büyük şirketler kendi devletlerini ele geçirdikten sonra diğer dünya devletlerini de kendilerine mutlak anlamda bağlı işbirlikçi burjuva sınıfı temsilcileri ile yeni sömürge düzenine mahkum etmektedirler. Bugünün koşullarında iflas etmiş bir batı bloku artık dünya kıtalarına demokrasi rüzgarlarını götürememekte ama Irak'ta olduğu gibi demokrasiyi taşıma görünümü altında yeni emperyal düzenlerin temelleri atılmaktadır.
KAPİTOKRASİ
Bugün emperyalizm nasıl sürüyor?

Finans kapital düzeninde süper zenginler konumuna gelirken yüzde birlik toplumu yaratarak insanlığın büyük çoğunluğunu işsizlik ve açlık düzenine mahkum etmişlerdir. Dünya halklarını karşılarına alan süper zenginler, var olan demokrasi düzenlerini sermaye egemenliği anlamında kapitokrasiye dönüştürerek, yönetimleri ve medya organlarını satın alarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Yeniçağda emperyalizm finans kapital merkezli olarak örgütlenirken, son derece hızlı gelişen teknolojinin verilerini de kullanarak yoksul halk kitlelerine karşı kendi egemenlik düzenlerini koruyabilmenin çabası içine girmişlerdir.
Bu düzene dur denilemiyor mu?
Demokrasi kavramı üzerinden, insan hakları konusunda hassas olduğunu ileri süren Batının emperyalistleri, dünya ülkelerinin yer altı zenginliklerine el koyarken, her türlü saldırı ve işgal girişimini normal görmekte ve insanlık dışı emperyal müdahaleler ile kendi çıkar düzenlerini sürdürmekteler. Böylesine bir istismar düzenine karşı çıkan doğunun temsilcileri olarak Rusya, Çin ve Hindistan yanlarına güneyin temsilcisi olarak Brezilya'yı da alarak Batı emperyalizmini dengeleyebilmenin arayışı içine BRİC yapılanmasına girdiler. ABD'nin son Venezuela atağı bu kutuplaşmaya Batı blokunun tepki göstermesi olarak değerlendirilebilir.
ABD'NİN GÖZÜ VENEZUELA'DAKİ PETROLLERDE
ABD neden Maduro'yu devirmek istiyor?

Venezuela'da mütevazi bir dünya ülkesi olarak kendi ulusal çıkarlarına öncelik veren bir arayışa girmiştir. Albay Hugo Chavez'in devlet başkanlığı görevine gelişi ile Venezuela petrolünü millileştirdi. Brezilya'daki Lula rejimi ile yakın işbirliğine girdi. SATO adı altında güneyin askeri ittifakını oluşturmaya çalıştılar. Ayrıca Brezilya ve Venezuela ikilisi sömürge düzeninin bekçileri olan İMF ile Dünya Bankası'na karşı 'Güney Bankası'nı kurdular. Venezuela, dünyada en büyük petrol rezervlerine sahip bir ülke. ABD petrol tekelleri, bu ülkenin enerji yataklarına el koyabilmek için, bugün eski bir otobüs şoförü olarak sendikacılıktan gelen Maduro iktidarının halkçı yönetimine karşı çıkarak, bu ülkeyi işgal edebilmenin arayışı içine girmektedirler. Venezuela'ya karşı gündeme getirilen dış müdahalenin arkasında doğal olarak bu ülkenin petrol kaynaklarına el koymak vardır.
Türkiye, bu bloklar içinde nerede yer almakta?
Türkiye Cumhuriyeti, Soğuk Savaş Dönemi'nde Batı İttifakı içinde yer aldığı için Batı'nın emperyalist ülkeleri emperyalist bir ülke olmamasına rağmen emperyal saldırı ve işgalleri ya haklı görüyor ya da destekliyordu. Aslında kendi ulusal çıkarlarına aykırı bir yönde hareket ediyordu. Batı destekli işbirlikçi yönetimlerin Türkiye yönetiminde etkili olması nedeniyle ortaya çıkan bu çarpıklık yüzünden, Türkiye her zaman uluslararası politik alanda hep kaybeden bir ülke oldu. Batı'nın emperyalist devletleri, Asya ve Afrika ülkelerini hegemonya alanı olarak görürlerken, benzeri bir yaklaşımı Türkiye için de benimsiyorlar. Bu doğrultuda Türkiye, jeopolitik olarak dünyanın merkezi ülkesi olmasına rağmen kenar ya da kıyı ülkeleri gibi ikinci sınıf bir konuma sürükleniyordu.
Sorun bugüne kadarki yöneticilerde mi?
Avrupacı, Amerikancı ya da İsrailci yönetimler Türkiye'yi her zaman için Batı üçgeni içinde tutarak diğer dünya devletleri ile Türkiye'nin yakınlaşmasına izin vermiyorlardı. Bu nedenle de Türkiye, bir türlü kendi çıkarlarına destek sağlayacak bir bölgesel ya da evrensel devletler birliği oluşumlarına bağımsız bir statüde katılamıyordu. Zamanında Cezayir bağımsızlık savaşında Türkiye, emperyal Fransız devletinin yanında yer aldı. Büyük Atatürk'ün her fırsatta dile getirdiği mazlum uluslarla yakınlaşma ve dayanışma içine girme şansından Türkiye her zaman için yoksun kalıyordu. Bu yüzden de Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlarda Türkiye masada haklarını kaybetmekten bir türlü kurtulamıyordu.
Bugün Türkiye hangi konumda?
Şimdi gelinen yeni dönemde batı bloku dağılırken, Avrupa ile ABD, İngiltere ile İsrail çekişmeler içine sürüklenirken, NATOittifakının önemini kaybettiği, Avrupa Ordusu'nun ABD emperyalizmine karşı kurulma aşamasına gelindiği görülmektedir. Avrupa ülkeleri üzerinde hegemonyasını kaybetme aşamasına gelen ABD ise yeni dönemde Orta Doğu petrollerini kimseye kaptırmamak üzere Arap devletleri ile birlikte, Orta Doğu stratejik işbirliği adı altında bir Arap NATO'su oluşturmaya çalışmaktadır.

TÜRKİYE EMPERYALİZME KARŞI İLK KEZ DÜNYA HAKLARI İLE BİRLİKTE
Türkiye'nin Maduro'ya çok açık destek çıkması ne anlama geliyor?
Türk Dışişleri Bakanlığı'nın, 'Türkiye Cumhuriyeti'nin Venezuela halkının yanında olduğunu' resmen açıklamasıyla, Türkiye ilk kez uluslararası alanda emperyalizme karşı dünya halklarının yanında yer almıştır. Daha önceki dönemlerde zaman zaman bir araya gelen iki devlet başkanı arasında başlayan yakınlaşma ortamı, emperyalist dış müdahalelere karşı iki ülkenin ortak bir dayanışma içine girmesine yardımcı olmuştur.
Emperyalizme karşı ilk bağımsızlık savaşı verilerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti, kendisi gibi emperyalizmin saldırısına uğrayan dünya ülkelerinin yanında yer alarak zor günlerinde onlarla birlikte olmak durumundadır.
"FAŞİST YÖNETİM VE ASKERİ DARBE"
ABD, Latin Amerika'ya nasıl darbeler yaptı?

ABD, güneydeki ülkelerin bağımsız hareket etmelerini önlemek üzere her türlü komplo ve siyasal oyunun peşinde olmuştur. ABD destekli generallerin cuntaları işbaşına gelmiş ve Latin halkları faşist babaların otoriter yönetimlerinden bir türlü kurtulamamışlardır. Askeri rejimlerin getirdiği kolay müdahale ortamlarında her zaman emperyalist güçlerin istekleri olmuş, halkın serbest seçimlerle işbaşına getirdiği sol ve sosyalist rejimler askeri darbeler aracılığı ile ortadan kaldırılarak, binlerce insanın katledildiği ya da uçaklar ile okyanus sularına atıldığı diktatörlük rejimleri Latin dünyasını çağdaş uygarlığın ışığından uzaklaştırmıştır. CIA destekli terör ve iç karışıklık senaryoları bütün ülkelerde gündeme getirilerek, bunların gerekçe olarak kullanıldığı darbe ortamları yaratılmıştır.
Venezuela, bu girdaptan nasıl kurtulur?
Bugün gelinen yeni noktada Venezuela, bir kez daha dış müdahaleler aracılığı ile yeni bir darbe senaryosuna alet edilmeye çalışılmaktadır. Bu durumu bütün demokratik ülkeler ve halklar görerek antiemperyalist çizgide bu ülkenin yanında yer alırsa, ABD'nin çok yakında olmasından kaynaklanan riskler giderilebilir.
NASIL OLUYOR / ALİ DEĞERMENCİ

4 Şubat 2019 Pazartesi

Prof. Dr. Anıl Çeçen, ‘Venezuella’da neler oluyor’u değerlendirdi: “TANRIYA ÇOK UZAK AMA ABD’YE ÇOK YAKIN” (NT GAZETE’den,Gazeteci-Yazar: Nuray BAŞARAN ile Röportaj, Ankara: 04 Şubat.2019-Pazartesi)

TANRIYA ÇOK UZAK AMA ABD’YE ÇOK YAKIN!.. 
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara, 4 Şubat 2019

S-1-ABD’nin Venezuella’ya karşı başlattığı düşmanca müdahaleyi nasıl yorumluyorsunuz ?Neden böyle bir saldırıya kalkışmakta ?
C-1 - Söyleşimizin başlığı , Latin Amerika’nın dünya coğrafyasındaki yerini belirlemek ve bu doğrultuda geleceğini açıklamak üzere söylenmiş olan bir sözdür . Sadece Venezuella’nın değil ama bütün güney Amerika’nın kaderi için ifade edilen bir açıklama olarak, söyleşimizin başlığı bugünkü siyasal gelişmeleri de açıkladığı gibi aynı zamanda güney yarıküresinde yer alan Latin ülkelerinin de kaderleri hakkında genel bir açıklama getirmektedir . Coğrafyanın bir ülkenin geleceğini belirlemesi gibi aynı zamanda jeopolitik biliminin sonucu olarak, devletlerin dünya haritasındaki konumları da ülkelerin kaderleri hakkında da belirleyici olmaktadır .Venezuella isimli Latin Amerika ülkesinin bugün başına gelenleri de böylesine bir yaklaşım çerçevesinde açıklamak mümkündür .ABD , güney Amerika kıtasının tepesinde yer alan bir kuzey ülkesi ve emperyalist bir devlet olarak kaldıkça , Latinlerin geleceklerinin bağımsız ve özgürlükçü bir çizgide gelişmesi pek de mümkün görünmemektedir . ABD ortak bir kıta üzerinde yer alan güney Amerika ülkelerinin hepsine, istediği anda operasyon yaparak buradaki devletlerin geleceği ile oynayabilmektedir.
ABD devlet olarak teşkilatlanmasını tamamladıktan sonra cumhurbaşkanı James Monreo döneminde “Amerika Amerikalılarındır “ ilkesi ile hareket ederek , Amerikan kıtasındaki yabancı emperyalistler olan İngiltere,Fransa, İspanya ve Hollanda gibi Avrupa devletlerini dolaylı yollardan kovarak , onların yerini almış ve yeni bir emperyalist güç olarak eski Avrupa sömürgelerini ABD sömürgelerine dönüştürmeye çaba göstermiştir . Aslında her sömürgeci gücün önce kendi etrafını kontrol etmeye yöneldiği gibi , ABD de yeni emperyal güç olarak üzerinde yer aldığı Amerikan kıtasını kendi denetimi altına alabilmenin yollarını aramıştır . Önce Amerikan Devletler Topluluğu gibi bir örgütlenme ile eski Avrupa sömürgelerini kendine bağlamaya çalışmış ama bu yumuşak girişiminden istediği sonucu elde edemeyince , çeşitli olayları ya da siyasal gelişmeleri gerekçe göstererek güney Amerika ülkelerinin hepsine müdahale edebilmenin arayışı içinde olmuştur . Bugünkü dünyada ABD’nin süper emperyal güç olarak etkin olmasının ilk adımı , ABD’nin kendi kıtasındaki bütün ülkeler üzerinde hegemonya kurmasıdır . Kendisi de eski bir İngiliz sömürgesi olan ABD , Avrupa köklerinden gelen hegemonik siyasal birikim ile hem yeni bir emperyalist güç olarak örgütlenmiş hem de Amerikan kıtasındaki ülkeleri mutlak kontrolü altına alarak ve kıtasal bir güç görünümünde dünya sahnesine çıkarak diğer kıtalar üzerinde de kıtasal yapılanmadan gelen gücünü emperyalist bir doğrultuda kullanmıştır . Avrupa kıtasında birkaç tane emperyal güç birlikte var olurken , ABD kendi kıtasında tek emperyal devlet olarak öne çıkmış ve bu doğrultuda Amerikan kıtasındaki tüm devletler,emperyal ABD’nin her türlü kirli oyununa sahne olan arka ve ön bahçe ülkeleri konumuna zorla sürüklenmişlerdir . Venezuella’nın da diğer Latin ülkeleri gibi arka bahçe konumuna sahip olması dolayısıyla başına gelen emperyalmüdahaleleleri, ABD son çıkışı ile devam ettirmektedir.

S-2- Bir ülkenin yönetimine 21 yüzyılda hangi amaçla müdahale edilebiliyor ?
C-2- Emperyalizm bir siyasal olgu olarak var oldukça , dünyanın bütün ülkeleri emperyal güçlerin her türlü dış müdahalelerine açık bir konumda varlıklarını sürdürebilmektedirler . Her emperyal güç önce kendi etrafındaki bölgeleri kontrolü altına almaya çalışmakta, daha sonra da diğer emperyal devletler ile rekabete kalkışarak dünya kıtaları üzerindeki hegemonya alanlarını genişletebilmenin yollarını aramaktadır . Bu doğrultuda , ABD önce kendi kıtasında etkinliğini artırırken , evrensel alanda geçerli olan hegemonya mücadelesi sürecinde diğer kıtalar üzerindede hegemonya genişletmesi çabası içine girmektedir . Bu nedenle bugünkü durumda bütün dünya devletleri emperyalizmin oyun alanları olarak Venezuella ile aynı kaderi paylaşmaktadırlar .Venezuella’nın halkın oyları ile seçilmiş meşru yönetiminin hedefe alınması gibi ,Türkiye’nin de içinde bulunduğu bütün dünya devletleri yarın aynı duruma düşürülebilirler . Dün Irak,Suriye ve Libya’ya askeri saldırılar yapıldığı gibi bugün de benzeri bir saldırının ön koşulları Venezuella ‘ya yapılan müdahale ile hazırlanmaktadır . Okyanus ötesi güç kendi kıtasından aldığı destek ile diğer kıtalar üzerinde hegemonya saldırılarına kalkışarak bütün dünyayı Sam amcanın çiftliğine çevirebilmenin arayışı içindedir .
Yirmi birinci yüzyıla girerken , batının karşı kutbu olan Sovyetler Birliği’nin dağılması üzerine , ABD’nin süper güç konumuna gelmesi ile geliştirilen küreselleşme akımı aracılığı ile tek kutuplu bir dünya yaratılarak , ABD’nin Amerikan kıtasının ötesinde bütün dünya kıtaları üzerinde mutlak egemenliği hedeflenmiş ama Amerikan devleti içinde ortaya çıkan Hırıstıyan-Yahudi kavgasıileCİA-Pentagon çekişmesi yolu ile devlet içinde karışıklık ortaya çıkması yüzünden , ABD giderek içine dönmek zorunda kaldığı için, dış dünyadaki egemenliğini tam olarak geliştirememiş ve bu durumda da tek kutuplu dünya yerine çok kutuplu bir yeni düzen devreye girmiştir . Bu aşamada Rusya, Çin ile bir araya gelerek aralarına Hindistan ile birlikte Brezilya’yı da içine alan bir batı karşıtı yeni küresel blok girişimi olarak BRİC ittifakını örgütlemiştir .Rusya,Çin ve Hindistan gibi Avrupa kıtasından daha büyük devletlerin birlik olmaları batı emperyalizminin önünü kesmiş, Brezilya gibi bir güney devletinin ABD’nin kontrolü dışına çıkarak Latin Amerika kıtasının temsilcisi olarak dünya sahnesine çıkmasıyla birlikte , ABD’nin güney Amerika üzerindeki ağırlığını ciddi olarak sarsmıştır . Brezilya’nın Amerikan devletleri örgütünün dışına çıkarak yeni bir büyük devlet olarak doğulu süper güçler ile alternatif birlik arayışı içine girmesi , ABD’nin süper güç konumunu sarsıntıya uğratarak yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur . Brezilya’nın önünü kesemeyen ABD İngiliz sömürgesi Güney Afrika Cumhuriyetini görünüşte Afrika kıtasının temsilcisi olarak ama aslında batı blokunun casusu olarak BRİC ittifakının içine girmesini sağlamıştır .Güney Afrika aracılığı ile BRİC ittifakını dışarıdan yönlendirmeye kalkışan ABD , batı blokuna karşı ortaya çıkan küresel BRİC ittifakını devre dışı bırakabilmenin arayışı içine girmiştir .
ABD’nin bugün Venezuella’ya yaptığı dış müdahalenin asıl hedefi güney kıtasının patronu konumundaki Brezilya devletidir . Bugün Venezuella’da sendikacı kökenli başkan Maduroöncesinde , Brezilya’nın iki sendikacı cumhurbaşkanını başkan Lula ve yardımcısı olarak sonradan başkanlığa gelen kadın başkanı çamur atma operasyonları ile devre dışı bırakarak ,ABD askeri konumundaki yeni yöneticileri Brezilya devletinin başına getirmiştir . ABD’nin küreselleşme sürecinde dışa dönük emperyal güç olması gelişirken , Brezilya’nın başına emekçi kitlelerin temsilcisi olarak iki sendikacının gelmesi , bu ülkenin dışa bağımlı işbirlikçi burjuva sınıfını ABD ile ortak eyleme sürüklemiş ve bu ülkede iktidar sendikacı emek kesimi yöneticilerinin elinden alınarak ABD emperyalizminin emir eri konumundaki politikacılara teslim edilmiştir . Brezilya’yı bir Trump taklitçisi başkana teslim eden ABD ,bu durumun getirdiği rahatlık içinde Venezuella’ya müdahale etmeye başlamıştır.
S-3-Batı emperyalizmi, emperyal müdahalelerini nasıl demokrasi gibi göstermektedir ?
C-3- Batı dünyasının medeni ve emperyal olarak iki yüzü vardır .Batı uygarlık hikayeleri ile dünya halklarını uyuturken ,dışarıdan her türlü emperyal müdahaleyi örgütleyerek hem dünyayı karıştırmakta ,hem de bu karışıklık içinde kendi çıkarları doğrultusunda siyasal gelişmeleri yönlendirmeye çalışmaktadırlar . Devletlerin önünü keserek kendi ülkelerini adam gibi yönetmelerine izin vermemektedirler .Uluslararası örgütler üzerinden yardım ediyorlarmış gibi görünürken ,aslında kendi emperyal çıkarları doğrultusunda her türlü dış müdahaleyi gerçekleştirebilmektedirler . Dünya devletlerinin yöneticileri bu gibi durumlara karşı çıktıkları zaman onların yerine hemen kendi adamlarını getirerek etkinliklerini artırarak sürdürebilmektedirler . Çağdaş uygarlığın temsilcisi gibi kendisini gösteren batılılar ,sahip oldukları sömürgeci konumlarını koruyabilme doğrultusunda her türlü emperyal senaryoları , satın aldıkları işbirlikçi kadroları ve istihbarat örgütleri aracılığı ile tezgahlayarak dünya uluslarının kaderleri ile oynayabilmektedirler .
Batı karşıtı sosyalist blokun dağılmasından sonra kendi uygar görünüşlerini demokrasi kavramı doğrultusunda açıklayan Avrupa ve Amerika emperyalistleri , demokrasi kavramını yücelterek insanlık dışı emperyal saldırganlıklarını gizleyebilmenin çabası içine girmişlerdir . Gerçek anlamda bir halk yönetimi olması gereken demokrasiyi sermaye egemenliğine dönüştürerek , yeni aşamada demokrasileri kapitokrasi adı altında sermaye egemenliği düzenlerine dönüştürmüşlerdir .Uluslararası alanda tekelci konuma gelen büyük şirketler kendi devletlerini ele geçirdikten sonra diğer dünya devletlerini de kendilerine mutlak anlamda bağlı işbirlikçi burjuva sınıfı temsilcileri ile yeni sömürge düzenine mahkum etmektedirler .Normal koşullarda devletlerin vatandaşı konumundaki halk kitlelerinin kendi ülkelerinin geleceğine egemen olması gerekirken , işbirlikçi burjuvalar aracılığı ile küresel şirketlerin evrensel düzenleri bütün dünya ülkelerinde kurulmaya çalışılmakta ve geçmişten gelen emperyalizm küreselleşme görünümünde süper bir emperyal düzen olarak öne çıkarılmak istenmektedir . Bugünün koşullarında iflas etmiş bir batı bloku artık dünya kıtalarına demokrasi rüzgarlarını götürememekte ama Irak’ta olduğu gibi demokrasiyi taşıma görünümü altında yeni emperyal düzenlerin temelleri atılmaktadır .
Batının sermaye düzeni giderek bir finans kapital düzenine dönüştükçe , kapitalist düzende para miktarı artmakta ve zenginlik giderek bir avuç azınlığın elinde toplanmaktadır . Beşte bir toplumu yaratmak üzere yola çıkan çağdaş kapitalistler , finans kapital düzeninde süper zenginler konumuna gelirken yüzde bir toplumu yaratarak insanlığın büyük çoğunluğunu işsizlik ve açlık düzenine mahkum etmişlerdir . Dünya halklarını böylece karşılarına alan süper zenginler , var olan demokrasi düzenlerini sermaye egemenliği anlamında kapitokrasiye dönüştürerek , yönetimleri ve medya organlarını satın alarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Yeni çağda emperyalizm finans kapital merkezli olarak örgütlenirken , son derece hızlı gelişen teknolojinin verilerini de kullanarak yoksul halk kitlelerine karşı kendi egemenlik düzenlerini koruyabilmenin çabası içine girmişlerdir .Demokrasi kavramı üzerinden , insan hakları konusunda hassas olduğunu ileri süren batının emperyalistleri , dünya ülkelerinin yer altı zenginliklerine el koyarken ,her türlü saldırı ve işgal girişimini normal görmekte ve insanlık dışı emperyal müdahaleler ile kendi çıkar düzenlerini geleceğe dönük bir biçimde sürdürebilmenin girişimlerini birbiri ardı sıra gündeme getirebilmektedirler . Böylesine bir istismar düzenine karşı çıkan doğunun temsilcileri olarak Rusya,Çin ve Hindistan yanlarına güneyin temsilcisi olarak Brezilya’yı da alarak batı emperyalizmini dengeleyebilmenin arayışı içine BRİC yapılanması ile girmişlerdir . ABD’nin son Venezuella atağı bu kutuplaşmaya batı blokunun tepki göstermesi olarak değerlendirilebilir .
S-4- ABD neden Venezuella’ya karşı çıkıyor ve bu ülkenin iç işlerine müdahale ederek gelecekte dünyayı bir kaos ortamına sürükleyebilecek bir emperyal müdahaleyi zorluyor ? Bu ülkeye karşı geliştirilen düşmanlığın arkasında ne gibi nedenler bulunmaktadır . ?
C-4-Küreselleşme döneminde çeyrek yüzyıl geride kalırken , ABD bir türlü küresel emperyalizmin istediği gibi tek merkezli bir emperyal düzenin merkezi ülkesi konumuna gelememiştir . Sosyalizm bir sistem olarak devre dışı kalınca , bütün devletler yeni dönemde kendi çıkarları doğrultusunda yeni arayışlara girişmişlerdir . Venezuella’damütavazi bir dünya ülkesi olarak kendi ulusal çıkarlarına öncelik veren bir arayışa girmiştir . Yeni aşamada Putin Rusya devlet başkanı olarak Brezilya ‘ya zaman zaman gelirken , dünyanın bir numaralı petrol zengini olarak Venezuella ile de yakından ilgilenmiştir . Rusya desteği ile Brezilya’da sendikacılar devlet başkanlığına gelirken , Venezuella’da ordu devreye girerek kendi temsilcisi olan Albay Hugo Chavez’i devlet başkanlığı görevine getirmiştir . Batının emperyal devletleri ABD öncülüğünde dünya ülkelerinin doğal zenginliklerine el koyarlarken , Venezuella petrolünü Amerikan petrol tekellerine karşı koruyacak halkçı bir yönetim Chavez’in öncülüğünde gelişmiştir . Chavez göreve gelir gelmez Brezilya’daki Lula rejimi ile yakın işbirliğine girmiş ve iki büyük Latin ülkesi ABD emperyalizminin güney Amerika bölgesini kendi pazarları konumuna düşürmesini önleme doğrultusunda ,Alba ya da Mercosur gibi bölgesel ittifaklara yönelmişlerdir. Ayrıca iki güney ülkesi bir araya gelerek ABD-İngiltere ortaklığındaki Kuzey Atlantik ittifakına karşı SATO adı altında güneyin askeri ittifakını oluşturmaya çalışmışlardır . Ayrıca Brezilya ve Venezuella ikilisi sömürge düzeninin bekçileri olan İMF ile Dünya Bankası’na karşı Güney’in Bankası’nı tıpkı Çin’in örgütlediği Asya Bankası gibi kurmuşlardır .İki ülkede işbaşına geçen sendikacıların ve askerlerin öncülüğünde oluşturulan halk iktidarları emperyalizme karşı yeni bir adil düzenin kurulmasına yöneldikleri aşamada, ABD öncülüğünde emperyalistlerin müdahalesi ile karşı karşıya kalmışlardır .
Venezuella dünyada en büyük petrol rezervlerine sahip olan bir ülke olarak her zamanemperyal güçlerin dikkatini çeken bir ülkedir . ABD petrol tekelleri bu ülkenin enerji yataklarına el koyabilmek için , bu gün eski bir otobüs şoförü olarak sendikacılıktan gelen Maduro iktidarının halkçı yönetimine karşı çıkarak, bu ülkeyi işgal edebilmenin ya da yönetimine el koyabilmenin arayışı içine girmektedirler . Venezuella’ya karşı gündeme getirilen dış müdahalenin arkasında doğal olarak bu ülkenin petrol kaynaklarına el koymak var. Bunun yanısıraVenezuella devletinin Brezilya ile işbirliği yaparak ortaya çıkardığı antiemperyalist tavır da müdahaleyi hazırlayan nedenlerden birisi olarak öne çıkmaktadır . Latin dünyasında ABD ve emperyalizm karşıtı bir çizgide hem bölgesel örgütlenmeler ortaya koymak hem de küresel alanda batı emperyalizmine karşı doğu ve güney bölgesi ülkelerini bir araya getirmek gibi anti empperyalist suç işleyen Venezuella’nın kapitalist mantığa göre cezalandırılması gerekiyordu . ABD’nin yeni saldırgan başkanı Trump, bu ülkenin Meclis başkanının devlet başkanı yerine koyarak , emekçi halk güçlerinin temsilcisi olan sendikacı başkan Maduro’yu devre dışı bırakmaya çalışmıştır . Ne var ki , aradan geçen zaman içinde Venezuella devleti ile ordusunun , halk kitleleri ile birlikte meşru seçimler yolu ile işbaşına gelmiş olan halkçı ve ulusalcı başkan Maduro’nun yanında oldukları ve onu sonuna kadar desteklemeye kararlı oldukları görülmüştür . ABD’nin en zengin petrol ülkesine müdahale ederken bazı batılı ülkeleri yanına alması, dünya halklarının tepkilerini dengelemeyi amaçlamış ama bir avuç ülkenin dışında kalan onlarca ülke antiemperyalist çizgide Madura yönetimindeki Venezuella’ya arka çıkmışlardır . Irak ve Suriye gibi ülkelere demokrasi görünümünde terör ,saldırı,işgal ve savaş götüren Amerikan emperyalizminin aynı oyunu Venezuella’da oynamak istemesine bütün dünya devletleri karşı çıkmaktadırlar .
S-5-Tam bu aşamada diğer dünya devletleri gibi anti emperyalist bir çizgide Türkiye’nin Maduro yönetimindeki Venezuella’yı desteklemesini nasıl görüyorsunuz ?
C-5- Türkiye Cumhuriyeti soğuk savaş döneminde batı ittifakı içinde yer aldığı için , batının emperyalist ülkeleri ile dünya devletleri arasında çatışma ya da savaş gibi olaylar ortaya çıktığı zaman doğal olarak batının yanında yer alıyor ve kendisi emperyalist bir ülke olmamasına rağmen emperyal saldırı ve işgalleri ya haklı görüyor ya da destekleyerek aslında kendi ulusal çıkarlarına aykırı bir yönde hareket ediyordu . Batı destekli işbirlikçi yönetimlerin Türkiye yönetiminde etkili olması nedeniyle ortaya çıkan bu çarpıklık yüzünden, Türkiye her zaman uluslararası politik alanda her zaman kaybeden bir ülke konumundan bir türlü kurtulamıyordu .Batının emperyalist devletleri Asya ve Afrika ülkelerini hegemonya alanı olarak görürlerken, benzeri bir yaklaşımı Türkiye için de benimsiyorlar ve bu doğrultuda Türkiye jeopolitik olarak dünyanın merkezi ülkesi olmasına rağmen kenar ya da kıyı ülkeleri gibi ikinci sınıf bir konuma sürükleniyordu .Batının desteklediği merkez sağ iktidarlar Türkiye’yi batının dümen suyunda tutarlarken ,Avrupa Birliğine alınmayan Türkiye bir Asya ülkesi konumuyla her zaman kaybeden bir ülke durumuna sürüklenmekten kurtulamıyordu . Avrupacı ,Amerikancı ya da İsrailci yönetimler Türkiye’yi her zaman için batı üçgeni içinde tutarak diğer dünya devletleri ile Türkiye’nin yakınlaşmasına izin vermiyorlardı . Bu nedenle de Türkiye bir türlü kendi çıkarlarına destek sağlayacak bir bölgesel ya da evrensel devletler birliği oluşumlarına bağımsız bir statüde katılamıyordu .
Zamanında Cezayir bağımsızlık savaşını görmezden gelen ve emperyalFransız devletinin yanında yer alan Türk devleti bu tür hatalara batılı büyük devletlerin baskıları ile sürüklendiği için Büyük Atatürk’ün her fırsatta dile getirdiği mazlum uluslarla yakınlaşma ve dayanışma içine girme şansından Türkiye her zaman için yoksun kalıyordu . Bu yüzden de Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşlarda Türkiye hep masada haklarını kaybetmekten bir türlü kurtulamıyordu . Şimdi gelinen yeni dönemde batı bloku dağılırken , Avrupa ile ABD , İngiltere ile İsrail çekişmeler içine sürüklenirken ,Nato ittifakının önemini kaybettiği bunun yerine bir Avrupa Ordusunun ABD emperyalizmine karşı kurulma aşamasına gelindiği görülmektedir . Avrupa ülkeleri üzerinde hegemonyasını kaybetme aşamasına gelen ABD ise, yeni dönemde Orta Doğu petrollerini kimseye kaptırmamak üzere Arap devletleri ile birlikte , Orta Doğu stratejik işbirliği adı altında bir Arap Nato’su oluşturmaya çalıştığı yeni dönemde, Türkiye daha bağımsız hareket etme şansını elde ettiği için bu durumdan yararlanarak ABD emperyalizminin Venezuella’ya müdahalesine karşı çıkarak bu ülke halkının meşru temsilcisi olarak devletin başına geçmiş olan Maduro yönetimine destek çıkmıştır . Türk dışişleri bakanlığının Türkiye Cumhuriyetinin Venezuella halkının yanında olduğunu resmen açıklamasıyla, Türkiye ilk kez uluslararası alanda emperyalizme karşı dünya halklarının yanında yer almıştır .Daha önceki dönemlerde zaman zaman bir araya gelen iki devlet başkanı arasında başlayan yakınlaşma ortamı , emperyalist dış müdahalelere karşı iki ülkenin ortak bir dayanışma içine girmesine yardımcı olmuştur . Küresel emperyalizm döneminde batılı büyük ülkelerin baskısı giderek artarken, dünya halklarının kendi devletleri aracılığı ile her türlü dayanışmaya girerek , özgürlük ve bağımsızlıkları ile birlikte sahip oldukları hakları da yitirmemek için uluslararası bir dayanışma içinde olmaları gerekmektedir . Bu nedenle emperyalizme karşı ilk bağımsızlık savaşı verilerek kurulan devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti , kendisi gibi emperyalizmin saldırısına uğrayan dünya ülkelerinin yanında yer alarak zor günlerinde onlarla birlikte olmak durumundadır . Güneşin doğudan doğduğu gibi doğunun mazlum uluslarının dünya sahnesinde öne çıkarak ortamı aydınlatmaları ile insanlığın emperyalizm belasından kurtulma süreci hızlanacak ve daha adil ve eşitlikçi bir yapılanma yeni dünya düzeni içinde gerçekleşme şansı bulacaktır .
S-6-Söyleşinizin başlığında yer alan , “Tanrıya çok uzak , ABD’ye çok yakın “ nitelemesi ile neyi anlatmaya çalışıyorsunuz ?
C-6- Bu günümüzün kahramanı konumundaki Venezuella’nın içinde bulunduğu durumu açıkça ifade etmek için kullanılan bir değerlendirmedir . Beş yüz yıllık emperyalist dönemde bir çok haksızlığa uğrayan ve kuzeydeki süper güç olarak ABD emperyalizmi ile sürekli olarak uğraşmak zorunda kalan Latin ülkelerinin içinde bulundukları durumu, en açık bir biçimde açıklayan bir değerlendirme olarak da görülebilir .Onbeşinci yüzyıl sonrasında Avrupa kıtasından gelen göç dalgaları ile insanların yaşamaya başladığı Güney Amerika kıtası beş asırlık bir sömürgecilik uygulamasının hegemonya alanı olarak her zaman dünya gündeminde önde gelen bir yere sahip olmuştur .Önce İspanyolların geldiği bu kıtada nüfus zamanla artmış , Portekizlilerin öncülüğünde kıtanın orta bölgesi işgal edilerek Brezilya devletinin tarih sahnesine çıkması sağlanmıştır . İspanya’dan kovulan Yahudiler Portekiz aracılığı ile Brezilya devletini kurarlarken , İspanyolların bütün kıtaya egemen olmasını önlemişler ve bugünkü Venezuella topraklarında kurdukları Caracas kentini merkez yaparak bütün Güney Amerika’nın SimonBolivar’ın önderliğinde bağımsızlığa kavuşmalarını sağlamışlardır . Adına Bolivya ismi ile bir devlet kurulan SimonBolivar , bugünküVenezuella’nın başkenti olan Caracas’a yerleşerek Latin Amerika’nın bağımsızlığını İspanyol ve Amerikan emperyalizmlerine karşı savaşarak elde etmiştir . Tıpkı Türkiye gibi batı emperyalizmine karşı savaşarak bağımsızlıklarını elde edenLatin ülkelerinin, tarih sahnesine çıkış noktası olan antiemperyalist çizgideki varoluş mücadelesinin bugün de bu ülke halklarının kazanılmış haklarının korunması doğrultusunda,hem politikada hem de diplomasi alanında geçerli olmasında ,dünya barışı açısından yarar vardır .
Uzun süren savaşlar sonucunda İspanyol emperyalizminin işgalinden kurtulmuş olan Latin ülkelerinin daha sonraki dönemde ABD emperyalizminin kucağına düşmüş olması , Latin halklarını uzun süreli faşist yönetimlere mahkum kılmıştır . ABD Güneydeki ülkelerin bağımsız hareket etmelerini önlemek üzere her türlü komplo ve siyasal oyunun peşinde olmuş , Küba adasında bir ara ortaya çıkartılan Komünist rejimi bahane ederek ve kullanarak Latin ülkelerinde tırmandırdığı terör aracılığı ile Avrupa tipi parlamenter demokrasiden bu ülkeleri uzaklaştırarak, güney ülkelerini planlı bir biçimde iç karışıklıklara sürüklemiş ve sonunda bütün Latin ülkeleri soğuk savaş yıllarında yarım yüzyıllık faşist yönetimlere mahkum kılınmıştır . Başkan babaların sonbaharı hiçbir zaman bitmemiş ve ABD destekli generallerin cuntaları işbaşına gelmiş ve Latin halkları faşist babaların otoriter yönetimlerinden bir türlü kurtulamamışlardır . Askeri rejimlerin getirdiği kolay müdahale ortamlarında her zaman emperyalist güçlerin istekleri olmuş ,halkın serbest seçimlerle işbaşına getirdiği sol ve sosyalist rejimler askeri darbeler aracılığı ile ortadan kaldırılarak ,binlerce insanın katledildiği ya da uçaklar ile okyanus sularına atıldığı diktatörlük rejimleri Latin dünyasını çağdaş uygarlığın ışığından uzaklaştırmıştır . CİA destekli terör ve iç karışıklık senaryoları bütün ülkelerde gündeme getirilerek , bunların gerekçe olarak kullanıldığı darbe ortamları yaratılmıştır .
Bugün gelinen yeni noktada Venezuella bir kez daha dış müdahaleler aracılığı ile yeni bir darbe senaryosuna alet edilmeye çalışılmaktadır . Bu durumu bütün demokratik ülkeler ve halklar görerek anti emperyalist çizgide bu ülkenin yanında yeralırsa , ABD’nin çok yakında olmasından kaynaklanan riskler giderilebilir ve o zaman tanrının çok uzak olması ile ifade edilen haksız girişimler önlenerek , bir dünyaülkesi olarakVenezuella’nın yeni bir emperyal saldırıya hedef olması önlenebilir . Dünya halklarının dayanışması ile ve Latin ülkelerinin işbirliği ile ABD saldırganlığının önüne geçilebilirse ,işte o zaman haksızlıkları önleyecek olan Tanrının pek de uzakta olmadığı görülebilecektir .

13 Ekim 2018 Cumartesi

ANKARA KALESİ-236 ATATÜRK-ULUS DEVLET VE KAPİTOKRASİ (AVAZ–TÜRK DERGİSİ İLE SÖYLEŞİ) Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN Ankara, 24 Kasım 2017

ANKARA KALESİ-236
ATATÜRK-ULUS DEVLET VE KAPİTOKRASİ
(AVAZ–TÜRK DERGİSİ İLE SÖYLEŞİ)

Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
Ankara, 24 Kasım 2017

Soru- 1 - Son zamanlarda herkes Atatürk’e sarıldı . Bu aslında olması gereken ama sürpriz olan çok yüksek tonda bir sarılma olmasının yanında, geçmişte Atatürk’ü eleştirenlerin de aynı noktada bunu seslendirmesidir . Bu konuda neler düşünüyorsunuz ?

Cevap-1 – Yıllardır Türkiye Cumhuriyetini yönetenler kendilerini iktidara getiren batı merkezli uluslararası konjonktürün etkisiyle hareket ederken , Türk halkına gerçekleri söylemiyorlar , halktan yana imiş gibi görünürken , uluslararası güç merkezlerinin tercihlerine öncelik vererek Türkiye’yi yönetiyorlardı .Türkiye Cumhuriyeti dünyanın merkezi bölgesinin tam ortasında yer alırken , geçen yüzyılın başlarından bu yana batı merkezli emperyalist baskılar Türkiye’nin siyaset sahnesini çok yakından etkiliyordu . Avrupa-Amerika ve İsrail ‘den oluşan batı üçgeninde Türkiye batı dünyasına saplanıp kalıyor ve bir türlü dünyanın diğer bölgelerine ve de özellikle kendi bölgesine yönelik ulusal açılımlar yapamıyordu . Batının emperyalist yaklaşımı ve İsrail’in Siyonist baskıları Türkiye’nin kendine gelmesini ve kendi gerçek ulusal çıkarları doğrultusunda politikalar geliştirmesine izin vermiyordu .Bu nedenle batı desteği ile iktidara gelen bütün iktidarlar batı blokunun çıkarlarına öncelik veriyorlar ve böylece Türk halkının çıkarlarını ihmal ediyorlardı . Bu durumu halk kitlelerinin görmesini önlemek üzere de Atatürkçü görünmeyi tercih ediyorlardı .İkinci dünya savaşı sonrasında Türkiye batı emperyalizminin kontrolü altına girerken , batılı merkezler Türk halkının uyanarak kendi çıkarlarını savunmasını önlemek amacıyla,Atatürk dönemi sonrasında göstermelik bir Atatürkçülüğü kendi kontrolları altındaki basın organları ile kamuoyuna empoze ediyorlardı .

Soğuk savaş döneminin demokrasiye açılım döneminde , Atatürk’ün partisi küresel emperyalizmin Türkiye’deki yansımaları sonucunda ,gerçek çizgisi olan Kemalizm’den uzaklaşarak batı tipi bir sosyal demokrasiye kaydırılıyordu. Kuvayı Milliye günlerinde Kemalist bir model ile ortaya çıkan Atatürk’ün partisi, batının emperyal-siyonist baskıları sonucunda sosyal demokrasi ve demokratik sol aşamalarından geçerek küresel emperyalizmin bir dayatması olarak gündeme gelen neoliberalizme doğru yönlendiriliyordu .Avrupa için sosyal demokrasi , İsrail için demokratik sol politikalara yöneldikten sonra , Amerika için de neoliberalizme yönlendirilen Atatürk’ün partisi bir türlü tüzüğünde yer alan Atatürk ilkelerini savunamıyordu . Daha çok batı tipi liberalizmden yana olan parti yöneticileri batı ve batı işbirlikçisi sermaye çevrelerinin desteği ile yönetime geldikten sonra ,Türkiye Cumhuriyetinin Türk halkı adına kurucusu olan Atatürk’ün partisini değişen uluslararası konjonktüre göre bir yerlere doğru çekiştiriyorlar ama bir türlü altı okun birlikte uygulamaya geçirildiği bir Kemalist çizgi izleyemiyordu . Parti yöneticileri resmi törenler de Atatürk nutku çektikten sonra kendilerini parti yönetimine getiren siyasal merkezlerin çıkarları doğrultusunda hareket ederek Türk halkını oyalamayı tercih ediyorlardı .Parti liderleri atletizme önem verirken , Kemalizm’i ihmal ediyorlardı . Türk siyasetinin merkez sol kanadını temsil eden bu parti ciddi bir sermaye işgali altına sürüklenince, partinin adında var olan halk kavramının geldiği kitleleri görmezden gelerek hareket ediyorlar ve Türk siyasetini bu yüzden sol ayağı olmayan bir biçimde topallaştırıyorlardı .Böylesine bir çıkmaz içinde bocalayan Atatürk’ün partisi kurucusunu unuttuğu gibi kendisini de unutarak emperyal siyasetlere alet olmaktan kurtulamıyordu .

Türk siyasetinin merkez sağ kanadında yer alan iş ve sermaye çevreleri ise devlet desteği ile palazlandıktan sonra, batı ülkeleri üzerinden dünyaya açılarak ekonomik büyümeye öncelik veriyorlar ama bir türlü destek aldıkları Türk devleti ile vergilerinden beslendikleri Türk halkının gerçek ulusal çıkarları çizgisinde hareket edemiyorlardı . Batı emperyalizminin oyuncağı durumuna düşürülen Türk şirketleri ve sermayesi sonuna kadar liberal çizgilere teslim olduğu için ne devletin kurucusu Atatürk’e ,ne de devletin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm’e yakın durmuyorlardı . Türkiye’deki sermaye kesimlerinin milli burjuvaziyi oluşturması gerekirken ,batı emperyalizminin çıkarlarına teslim olarak ,her on yılda bir Atatürkçülük adına gelen ara rejimlere ve darbelere çanak tuttukları görülüyordu .Bu doğrultuda merkez sağ kanadın batı işbirlikçisi bir çizgide hareket etmesi yüzünden cumhuriyet rejiminin yarattığı iş ve sermaye çevrelerinin hiçbir zaman ciddi bir anlamda Atatürkçü olmaması Türkiye için büyük bir kayıp olmuştur . Yirminci yüzyılın ortalarından sonra sürekli olarak batı destekli merkez sağ iktidarlar işbaşına geldiği için , bu kesimlerin ciddi anlamda Atatürk’e ve Atatürkçülüğe sahip çıkmaları gerekiyordu . Ne var ki , ekonomik kazançlar uğruna dışa açılma ve batı ile ortaklık yüzünden , Türkiye’de iş ve sermaye çevrelerinin liberal bir çizgiye kayarak ülkenin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm ile ters düştükleri görülmüştür .

Merkez sol ile merkez sağın ikisinin birden batı taklitçiliğine yönelmesi yüzünden Atatürk sahipsiz kalınca , Türkiye’nin halk tabanını oluşturan Müslüman kitlenin içinden çıkan Milli Görüş hareketi Atatürk’e sahip çıkmak zorunda kalmıştır . Milli Görüşün öncüsü ve kurucusu olan siyasal önder “Atatürk yaşasa idi Milli görüş partisinden yana olurdu” demiştir .Çünkü batı emperyalizmi ile savaşarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuş olan kurucu cumhurbaşkanı Atatürk’ün en büyük ilkesi bağımsız bir devlet yaratabilmek için antiemperyalizm olmuştur . İslamcı tabandan milli çizgide bir antiemperyalist hareket doğması , biraz da merkez sağ ve sol partilerin batı emperyalizmine karşı teslimiyetçi bir tutum içine girmeleri yüzünden ortaya çıkmıştır . Bugün ılımlı İslamcı bir hareket adına ülkede öne çıkan hareketin gelmiş olduğu yeni aşamada Atatürk’e sahip çıkması ve bu açıdan Atatürkçülüğü yeniden gündeme getirmesinin nedeni , bu hareketin Milli Görüş tabanından doğması yüzündendir .Milli Görüş’ün öncüsü ve kurucusu olan siyasal önder de, tıpkı Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu gibi hem tam bağımsızlığı savunmuş, hem de her yönü ile batının emperyal devletlerinin saldırılarına karşı ödünsüz bir antiemperyalist yol izlemiştir . Milli Görüş geleneği bir anlamda ulusal kurtuluş savaşı günlerinde örgütlenen Kuvayı Milliye hareketinin devamı olmuştur . Milli Görüş bir anlamda Atatürk’ün partisinin ve merkez sağ partilerin ihmal ettiği Kuvayı Milliye çizgisinin bugünkü temsilcisi olmuştur .Milli görüş uzantıları bu nedenle Atatürkçü çizgiye gelebilmişlerdir .

Soğuk savaş yıllarında Türkiye’nin Müslüman potansiyeli Milli Görüş çatısı altında toplanmış ama küreselleşme dönemine geçildiği zaman bu hareketin içinden çıkan yenilikçiler , ulus devlet sınırları dışına çıkan ve Türk milleti yerine İslam ümmetine öncelik veren bir ılımlı İslam hareketini uluslar arası konjonktüre uygun bir biçimde örgütleyerek Türk siyasetinde öne çıkmışlardır . Küresel rüzgarların etkisiyle Türkiye’de bir geçiş dönemi yaşanmış ve çeyrek yüzyıllık bir zorlamaya rağmen Türkiye Cumhuriyetinin Kuvayı Milliye döneminden gelen kuruluş modeli değiştirilememiştir . Küresel emperyalizmin Siyonizm ile işbirliğine girerek , eski Osmanlı toprakları üzerinde ABD benzeri bir kırk eyaletten oluşacak Orta Doğu Birleşik Devletleri projesi merkezi alandaki bütün devletleri parçalamaya kalkıştığı aşamada ,bölgedeki devletlerin çatısı altında yaşayan Orta Doğu halkları böl ve yönet oyununa şiddetle karşı çıkarak ve devletlerinin yanında yer alarak , bu oyunu bozmuşlardır . Küresel şirketler ile ulus devletler arasında terör ve tarikat örgütleri üzerinden yaşanan bu oyunu emperyalizme karşı sıkı direnen bölge halkları ve devletleri kazanma aşamasına gelince , ılımlıislam ile öne geçen siyasal hareket yeniden geldiği çizgiye dönerek ve yeniden Milli Görüş gömleği giyerek Kuvayı Milliye Atatürkçülüğüne dönmüştür . Uluslararası konjonktürde küreselleşme biterken bölgeselleşme başlamış ve bölge devletleri ile halkları tekelci küresel şirketler ile işbirlikçi tarikatların gündeme getirdiği bölünme ,parçalanma ve dağılma sürecine karşı çıkarak eskisi gibi emperyalizme karşı direnişe geçmişlerdir . Bu mücadeleyi Türk milli devleti de kazanırken , milli burjuvazi ve de merkez sol partiler de kaybetmiştir . Yeniden başlayan millileşme sürecinde Milli Görüş hareketi ve onun uzantıları Türkiye’de Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü desteklediklerini ortaya koymak zorunda kalınca , bu birikimin içinden çıkan ılımlı İslamcı akımda bu yeni duruma uyum sağlamak üzere yeni Atatürk’çü açılımı gündeme getirmiştir . Konuya siyaset bilimi açısından bakıldığında böyle bir tablo ortaya çıkmaktadır . Mesele sadece İslamcıların Atatürkçü olması olarak değerlendirilemez .Ama Milli Görüş birikiminin , yaşanmakta olan emperyalist ve Siyonist saldırılara karşı bugünün İslamcı kadrolarını antiemperyalist çizgiye getirmesi olarak açıklanabilir .

Konu aslında devlet sorunu ile yakından ilgilidir . Küreselleşme görünümünde bir süper emperyalizm ulus devletlere çeyrek asırdır zorla dayatılırken , dünyanın her bölgesinden bu duruma karşı çıkışlar gündeme gelmiş ve emperyalist devletlerin kurduğu terör örgütleri ile ulus devletlerin parçalanmasına giden yol açılmak istenmiştir . Çeyrek yüzyıl geride kalırken artık küreselleşme ile bir yere gidilemeyeceği görülmüştür . Bu durumu yaşayarak gören ulus devletler komşuları ile bir araya gelerek emperyal saldırılara karşı bölgesel birlikler kurarken , Türkiye’de bu gelişmeyi değerlendirmeli ve kurucu önder Atatürk’ün izinden giderek Sadabat Paktı benzeri bir bölgesel birliği güvenlik ve işbirliği yapısallaşması olarak gündeme getirmelidir . Bunun için de Atatürk’ün yolundan giderek komşularla bir araya gelinmelidir . Emperyalizm ve Siyonizm bu coğrafya devletlerini çarpıştırarak bölgesel hegemonya oluşturmayı hedeflerken bölge devletleri de bir araya gelebilmenin yollarını arayacaktır .EskiSadabat Paktı, bugün Osmanlı İmparatorluğu alanında oluşturulacak Merkezi Devletler Birliği’nin tıpkı Avrupa Birliği gibi kurulabilmesi açısından bir çıkış noktasıdır .Böylesine bir bölgesel yapılanma için de Türkiye’nin gene Atatürk’e dönmesi gerekmektedir . Atatürk’ü diğer cumhurbaşkanları ile karıştırmamak gerekmektedir . Türkiye Cumhuriyetinin yüzüncü yılına doğru yol alırken , bu devletin kuruluş modelinin ve dayandığı paradigmanın Atatürk tarafından başarı ile uygulama alanına getirildiğini görmek gerekmektedir .

Atatürk karşıtlarının bugün Atatürk çizgisine gelmiş olmaları aslında sevinilecek bir gelişmedir .Türk devletini yönetenler , bu çatı altında seksen milyon insanın yaşadığını ve böylesine büyük bir halk kitlesinin yaşamını sürdürebilmesi için merkezi ve üniter bir ulus devlet modelini Türkiye’nin koruması gerektiğini görmelidirler . Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet modeli ile Müslüman toplum yapısını hem birlikte var edebilmeli hem de yaşatabilmelidir . Türkiye’nin varlık nedeninin kurucu önderden geldiği görülürse, o zaman bugünün koşullarında herkesin vatandaşı olduğu devletten yana olarak Atatürk’e dönmesini normal karşılamak gerekmektedir . Atatürkçülerin küresel neoliberal çizgilere kayarak Atatürk’ten uzaklaştığı bir aşamada ,Atatürk karşıtı olarak görünen bazı kesimlerin Atatürkçülüğe dönmesi olumlu bir gelişmedir . Çünkü söz konusu olan vatandır ve çatısı altında yaşanılandevlettir . Devletin yıkılma aşamasına geldiği ve parçalanma senaryolarının zorla dayatıldığı bir yeni durumda gerçek anlamda vatanseverlerin Atatürk çizgisinde bir araya gelmeleri ülkenin geleceği açısından ciddi bir varlık ve yaşam göstergesidir . Tek devlet,tek vatan, tek millet ve tek bayrak diyenlerin genel seçimlerde üç Türkiye’nin ortaya çıktığını görerek , tek Türkiye için Atatürk ve Kemalizm’i öne çıkarmaları gerekmektedir . Yaşanan deneyler tek Türkiye’nin ancak Kemalizm ile mümkün olduğunu göstermektedir . Bölünmeye karşı çıkan ve ülkenin birliğinden yana olan bütün vatanseverlerin , Atatürk çizgisine gelmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin yaşayabilmesi için Atatürkçü olmaları en doğal yaklaşım olmalıdır . Bu açıdan Kemalizm Türkiye için zorunluluktur .

Soru 2-Türkiye bir yol ayırımında mı ? Özellikle NATO ile ilişkiler konusu çok tartışılıyor Perde arkasında neler var ? Sizce Türkiye’nin yeni yolu nedir ?

Cevap 2- Başkent Ankara’nın ortasında yer alan NATO YOLU isimli caddenin adı Belediye kararı ile ATA YOLU olarak değiştirilmesi için harekete geçildiği bir aşamada , AtatürkTürkiyesi ile NATO’nun karşı karşıya geldiği görülmektedir . Yıllardır NATO baskısı altında batı emperyalizminin dümen suyunda götürülen Türkiye’nin, değişen dünya koşullarında NATO yolundan ayrılarak ATAYOLU’na doğru dümen kırdığı görülmektedir . Sosyalist sistemin VARŞOVA paktına karşı kurulmuş olan NATO aslında Varşova Paktının dağıldığı gün bitmiştir . Sovyetler Birliğine karşı bir savunma örgütü olarak kurulmuş olan NATO , bu büyük devlet yapılanması ortadan kalktıktan sonra anlamını yitirmiştir . Küreselleşme döneminde batı emperyalizmi yeniden saldırganlaşırken , NATO , Kosova gibi geri kalmış ülkelerin ele geçirilmesi sırasında bir saldırı ve işgal örgütü olarak kullanılmıştır .Alan dışı doktrini icat ederek batının çıkarları doğrultusunda bütün dünya ülkelerine saldırmaya ve de işgale çalışan bu örgüt , artık bir güvenlik örgütü olmaktan çok terör örgütleri gibi tehdit yaratan bir yapı olarak görülmektedir .Orta Doğu ülkelerindeki gelişmeler Kosova’daki gelişmelere paralel olunca bölge devletleri ve halkları NATO’yu batı emperyalizminin tehdit unsuru olarak görmeye başlamıştır . Bu aşamada Avrupa Birliği’nin giderek ABD’nin denetimi altına giren NATO’dan ayrılarak kendi ordusunu kurması da yeni bir dönemin başlangıcıdır . Her devlet kendi güvenliği peşinde koşarken sadece ABD’ye hizmet eden bir kuruluştan Türkiye’nin destek beklemesinin bir hayal olduğunu son gelişmeler ortaya koymuştur .Şangay işbirliği örgütü de bu süreçte güvenlik yapılanmasına girmiştir.

Gelinen aşamada yapılması gereken , NATO’nun bir uluslararası güvenlik örgütü olarak Birleşmiş Milletlere bağlanması ve böylece bütün dünya devletlerinin eşit olarak temsil edildiği bu örgütün çatısı altında yeni bir yapılanma olarak Birleşmiş Milletler ordusunun kurulmasıdır . ABD ve İsrail ikilisinin buna karşı çıkacağı görülerek, bütün dünya devletlerinin ortak hareket etmesiyle dünya barışına hizmet edecek böylesine önemli bir adım atılabilir .Bu durumda Rusya ve Çin güvenlik konseyi üyeleri olarak Birleşmiş Milletler ordusunda ABD ve İngiltere gibi söz sahibi olacağı için NATO bir tehdit olmaktan çıkarak dünya barışına Birleşmiş Milletler çatısı altında katkı sağlayacaktır .Aksi takdirde Avrupa Birliği nasıl kendi ordusunu kuruyorsa o zaman dünyanın diğer kıtalarındaki bölgelerdeki ülkeler bir araya gelerek bölgesel güvenlik örgütleri kurmaya yöneleceklerdir . Bu durumda Türkiye’de tıpkı soğuk savaş döneminde olduğu gibi İran ile bir araya gelerek Irak, Suriye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın içinde yer alacağı bir bölgesel güvenlik örgütü olarak yeni CENTO kuruluşunu gerçekleştirmesinde bölge ve dünya barışı açısından zorunluluk bulunmaktadır . Merkezi alandaki terör ve savaş saldırılarının sona erdirilmesi için böylesine bir bölgesel güvenlik örgütünün bir an önce kurularak devreye girmesi gerekmektedir .

Küresel hegemonya peşinde koşan büyük devletler bütün kıtalarda savaşları gündeme getirerek bölge ülkelerini baskı altına almaya çalıştıkları için dünya barışı bu olumsuz koşullarda bir türlü gerçekleştirilememektedir .Birleşmiş Milletler en üst uluslararası örgüt olduğu için , bütün uluslararası kuruluşlar ile birlikte Nato’nun da Birleşmiş Milletler ordusu konumunda bu üst kuruluşa bağlı bir statüye kavuşturulması , dünya barışı açısından zorunlu görünmektedir . Başta Almanya ve Avrupa ülkeleri ABD’nin özel ordusuna dönüştürülmüş olan bir NATO ile güvenliklerini sağlayamayacakları açıkça ortadadır . NATO bu hali ile daha fazla gidemez ,bu yüzden ya Birleşmiş Milletlere bağlanarak dünya ordusu olacaktır ya ortakların çekilmesiyle birlikte dağıtılacaktır .O zaman da kıtalar üzerinde bölge orduları oluşturularak evrensel barış düzeni oluşturulmaya çalışılacaktır . NATO’yu yönetenler bu yüzden Birleşmiş Milletler ordusuna yönelmelidirler .

Soru- 3- KAPİTOKRASİ isimli kitabınız ilginç tespitler ile dolu görünüyor . Neden böyle bir kitap yazma gereğini duydunuz ?Şirketler ile devletler arasındaki ilişkileri nasıl açıklıyorsunuz ?

Cevap-3-Kapitokrasi kitabı büyük bir ihtiyaçtan doğmuştur . Sermaye sahibi para babaları her şeyi satın almaya bayıldıkları için siyasal partileri ve basın organlarını da satın alabilmekte ve kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri akıl ve fikirleri kamuoyu üzerinden halk kitlelerine ve devletlere kabül ettirmeye çalışmaktadırlar .Lenin emperyalizmi , kapitalizmin en üst aşaması biçiminde tanımlamıştı . Ben de Kapitokrasi kavramını küresel emperyalizme dönüşen sermaye düzeninin en üst aşaması olarak gündeme getiriyorum . Günümüzde bütün dünya ülkeleri demokrasi ile yönetiliyormuş gibi bir görüntü yaratılmaktadır . Demokrasi halk egemenliği anlamına gelmektedir . Ne var ki , bugün halk kitleleri giderek fakirleşirken güç kaybederek demokrasinin gereği olan halk egemenliğini kullanamaz hale düşürülmüşlerdir . Açlık ve işsizliğe mahkum edilen halk kitlelerinin gerektiği gibi oy kullanarak ülke çıkarlarını koruması artık eskisi gibi mümkün olamamaktadır çünkü patronlar aşırı zenginleşerek ve her şeyi satın alarak gerçek egemenliğin sahibi görünümünde etkin olmaktadırlar .Bugün bütün dünya demokrasileri aşırı zengin patronların müdahaleleri yüzünden tam anlamıyla bir sermaye egemenliğinin yani Kapitokrasi’nin uydusu haline gelmişlerdir .

İnsanlık tarihi incelendiği zaman geçmişin her döneminde çeşitli topluluklar ve devletler arasındaki savaşlar ile yaşam sürecinin devam ettiği görülmektedir . Eskiden savaşlar ve mücadeleler devletler arasında olurken , şimdi şirketler üzerinden bir egemenlik çekişmesi öne çıkmakta ve bu doğrultuda küresel emperyalizm bütün dünyaya hakim olmaya çalışmaktadır .Kapitokrasi adını verdiğimiz sermaye egemenliği düzeninde piyasa üzerinden şirketler büyürken , özelleştirme görünümü altında devletlerin kendi ekonomilerini yönetme hakları ellerinden alındığı için devletler küçülmektedir . Tekelleşme süreci içinde büyük şirketler birer deve dönüşerek ekonomi üzerinden devletlere müdahale etmeye başladıkları için devletler devlet olmaktan çıkmakta , şirketler ise en üst düzeyde kazanç sağlama doğrultusunda devletlerin yaratmış olduğu boşlukları doldurarak devletlerin yerini almaktadırlar . Şirketler dışa açılarak küreselleştikçe ulusal olmaktan çıkmakta ve bu nedenle ulus devletler ekonomik tabanlarını ellerinden kaçırınca yıkılmaya doğru sürüklenmektedirler .

Küresel sermayenin dünya devleti projesi doğrultusunda önce ulus devletlerin sayısı 200 den 2000’e çıkacak ve devlet modeli ulus devletten eyalet devletine doğru gelişme gösterecektir . Gelecek yüzyıla kadar bu dönüşüm tamamlandıktan sonra , yirmi beşinci yüzyıla doğru devletler eyalet modelinden şehir devletine doğru dönüşüm gösterecek ve devlet sayısı 5000 kent devleti olarak artacaktır . Devlet sayısı 200 den önce 2000 e daha sonra da 5000 e çıkarken , küresel şirketler arasındaki çekişmeler sonucunda tekelleşme en üst aşamaya gelecek ve küresel şirketlerin sayısı 5000 den 500 inecektir . Böylece , 5000 kent devletinde yaşayan 5 milyar insanın gereksinmelerini 500 şirket karşılayacak ve bu yoldan devletler küçülürken şirketler büyüyerek bütün dünyayı istila edeceklerdir . Dünya ekonomisinin temeli olan kapitalizm böylesine bir süreç içerisinde şirketlerin devletleri ele geçirerek, bütün egemenliği ellerine aldığı yeni bir yapılanma dönemine doğru sürüklenecektir .Başta İLLUMİNATİ olmak üzere bütün küresel güç merkezleri böylesine bir plan doğrultusunda dünya düzenini dönüştürürlerken , tekelci şirketler aracılığı ile dünya ekonomisini ele geçirerek hem devletlerin hem de ulusların egemenlik alanlarını ellerine geçirmektedirler . Ulus devletler ile imparatorlukları yok eden kapitalistler, şimdi de eyaletler yaratarak ulus devletleri yoketmenin peşine düşmektedirler . Tarikatlar aracılığı ile de milletleri ortadan kaldırmaktadırlar . Yarın da şehir devletleri yaratarak insanlığı iyice bölmeye ve bu yoldan bir avuç zenginin küresel şirketler aracılığı ile dünyaya egemen olabilmesinin önünü açmaktadırlar.

Soru-4-Türkiye’de ulus devleti tehdit eden konular nelerdir ?Bugün gelinen aşamada sıkıntılar nelerdir ve Türkiye bu konuda neler yapmalıdır ?

Cevap-4-Türkiye Cumhuriyeti batı emperyalizminin çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunu yıkması nedeniyle merkezi coğrafya da kurulmuş olan Avrupa tipi bir ulus devlet modeline dayanmaktadır .Avrupa kıtası küreselleşme döneminde hem bir bölgesel devlete dönüştürülmeye çalışılmakta ama aynı zamanda Katalanya örneğinde olduğu gibi on beş yeni devletin bağımsız olarak ortaya çıkması gündemdedir . Avrupa ulus devletlerin beşiği olarak kendi içinde ulus devletler barındırırken hem ulus üstü bölgesel devlete hem de ulus altı eyalet devletlerine doğru bir gelişim seyri izlemekte ve bu yüzdende ciddi bir gelecek belirsizliği içine düşmektedir . Avrupa tipi bir ulus devlet olarak Avrupa kıtasının yanı başında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti , Avrupa kıtasında yaşanmakta olan eyalet devletleri oluşumu ile birlikte bölgesel yapılanma zorunluluğu arasında sıkışıp kalmıştır .

Küreselleşme döneminde kapitalist emperyalizm yeni eyalet devletler oluşumuna destek çıkarak ulus devletlerin varlığını açıkça tehdit ettiği için Türkiye de diğer ulus devletler gibi ciddi bir parçalanma tehdidi altında bulunmaktadır . Küresel emperyalizm ve Siyonizm ortaklığı merkezi coğrafyaya bölünmeyi bir kader olarak dayattığı için , eski Osmanlı hinterlandında yer alan bütün ulus devletler parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadırlar . Irak üçe bölünürken , Suriye beş parçaya ayrılmakta , Arabistan beş ayrı devlete bölünürken İran da beş parçaya ayrılmak istenmektedir . Fiilen üçe bölünen Libya’dan çekilen bir çizgi Pakistan’a da ulaşmakta ve bu ülkenin de üç ayrı eyalet devletine dönüştürülmesini gündeme getirmektedir . Türkiye’nin bölgedeki bütün komşuları bölünmeye mahkum edilirken , bir bölge ülkesi olarak Türkiye’yi de benzeri bir kader beklemekte ve coğrafi bölgeler esas alınarak ,Türklerin anavatanı da yedi sekiz parçaya bölünmek istenmektedir . Bu doğrultuda emperyalizm destekli güney doğu oluşumuna benzer yeni oluşumlar Türkiye devletinin bütün coğrafi bölgelerinde gündeme getirilmeye çalışılmaktadır . Alt kimlikçilik bu doğrultuda hortlatılırken , yerelyönetimcilik ülkenin her yerinde öne çıkartılarak, ulusal ve üniter devlet modeli ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır .

Türkiye’nin batılı dostları kendi birlik ve bütünlüklerini korurken Türkiye’nin parçalanması doğrultudaki bölücü gelişmeleri açıktan desteklemişler ve böylece her zamanki çifte standartlı tutumlarına devam etmişlerdir .İngiltere İskoçya’yı , Almanya Bavyera’yı , Fransa Korsika’yı ,İspanya Katalanya’yı , İtalya Lombardiya’yı , ABD Kalifoniya’yı ve Teksas’ı bırakmazken , hepsi birlikte Türkiye’ye çullanarak güneydoğu bölgesinde yeni bir etnik devlet kurulabilmesi doğrultusunda hem siyasal gelişmeleri, hem de anarşi ve terör hareketlerini desteklemişlerdir . Batı sermayesine teslim olmuş iş adamı derneklerinin Türk devletinden olan istekleri ile bölücü etnik terör örgütünün Türk devletinden taleplerinin aynı olduğu görüldüğünde , Türkiye Cumhuriyetinin çok büyük bir komplo ile karşı karşıya bırakıldığı görülmüştür . Bugün gelinen noktada Türkiye kendisi gibi ulus devlet olan ülkeler gibi bölünme ve dağılma tehdidi ile karşı karşıyadır . Küresel tekelci şirketlerin dümen suyundaki batılı devletler batının dışında kalan bütün ulus devletlerin parçalanmasına giden gelişmeleri desteklemekte ama kendileri için benzer bir gelişme modeline şiddetle karşı çıkmaktadırlar . Türkiye Cumhuriyeti bu aşamada kendisi gibi ulus devlet olan komşuları ile bir araya gelerek bölgesel güvenlik örgütü oluşturmak ve evrensel düzeyde ulus devletlerin bir araya gelerek yeni bir Birleşmiş Milletler yapılanmasının çatısı altında,ulus devletlere sağlanan hukuksal koruma sistemlerini geliştirmek durumundadır . Küresel şirketlerin oluşturduğu Dünya Ticaret Örgütüne karşı ulus devletler de bir araya gelerek acilen bir ulusal enternasyonel oluşturmalıdırlar.

Soru-5-Dünyanın merkezi konumundaki Orta Doğu bugün yangın yerine dönüşmüş durumdadır . Bu doğrultuda Türkiye’yi ne gibi tehlikeler beklemektedir . ?

Cevap-5- Orta Doğu’da tarihten gelen bütün sorunlar bugün de vardır ve giderek büyüyerek geleceğe doğru uzanmaktadırlar . Ne var ki ,bu bölgenin en büyük sorunu İsrail sorunudur .İki bin yıl önce Roma imparatorluğunun yıkmış olduğu din devleti yeniden merkezi coğrafyanın tam ortasında kurulurken , tarihin intikamının alınacağı hasım olarak Roma devleti ortada olmadığı için , işgal edilen bölgenin eski ahalisi olan Filistinliler’den iki bin yıl öncesinin yıkılımının intikamı alınmaya çalışılmaktadır . Suçlu Romalıların bugünkü mirasçısı olarak İtalyanlar dururken , bin yıldır orada yaşamakta olan suçsuz Filistinlilerin baskı ve işgal altında tutulmaları çok büyük bir haksızlığa yol açmakta ve uluslararası kamuoyu tarafından böylesine haksız bir işgal her yerde tartışma konusu olmaktadır . Tarihte iki kez kurulmuş olan İsrail yirminci yüzyılda üçüncü kez kurulmuştur . Siyonist devletin kurucuları iki kez yıkılan devletlerinin başına gelenlerden ders aldıkları için üçüncü kez yıkılmamak üzere hem emperyal hem de Siyonist komplolar hazırlayarak , bir an önce Büyük İsrail İmparatorluğu ya da federasyonu oluşturabilmenin çabası içindedir . ABD’yi bu doğrultuda Siyonist lobiler üzerinden kullanan İsrail devleti , bölgeyeBekaa vadisi üzerinden terörü ve de Kurtlar vadisi üzerinden de savaş senaryolarını Holywood destekli bir biçimde getirmiştir .

Tarih ve jeopolitik kitapları İslam dünyasının tam ortasında küçük bir İsrail devletinin sonsuza kadar yaşayamayacağını ve bu nedenle bir an önce Büyük İsrail devletinin kurulması gerektiğini açıkça yazmaktadırlar . Birinci İsrail’i bir Mezopotamya gücü olarak Babil Krallığı , ikinci İsrail’i ise bir Avrupa gücü olarak Roma İmparatorluğunun yıkmış olduğu hatırlanırsa , bugünkü üçüncü İsrail’in Mezopotamya’dan gelebilecek tehlikeye karşı ikinci İsrail olarak Kürdistan ile kendini güvence altına almaya çalıştığını ,Avrupa Birliğinden Roma İmparatorluğu benzeri bir saldırının gelmesi ihtimaline karşı bölgedeki üçüncü İsrail devletini de Kıbrıs adası üzerinde inşa etmeye çalıştığı görülmektedir .Böylesine bir strateji Kuzey Irak ve Suriye ile Kuzey Kıbrıs üzerinden Türkiye Cumhuriyetini dolaylı olarak tehdit etmektedir . Bu nedenle Orta Doğu bölgesindeki bütün gelişmelerin Osmanlı İmparatorluğunun merkezi toprakları üzerinde kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyetini tehdit ettiği söylenebilir .Irak ve Suriye gibi komşu ülkelerde yıllardır yaşanmakta olan emperyalist haksız savaş gelişmeleri bu bölgenin sınır komşusu olan Türk devletini de geleceğe dönük bir çok tehdit ile karşı karşıya getirmektedir .

Batı emperyalizmi ve Siyonizm ortaklığı merkezi alana egemen olabilmek üzere , bütün bölge devletlerini eyaletlere bölerek , eyaletler üzerinden bir bölgeselleşmeyi var olan devlet yapılarının üzerine dayatmaktadır . Siyonizm Büyük İsrail peşinde koşarken , Atlantikemperyyalizmi de Büyük Orta Doğu planı doğrultusunda bir arayış içerisine girişmiştir . Bölgeye birinci dünya savaşı öncesi gelmiş bulunan İngiltere’nin Yakın Doğu Konfederasyonu planı ise en az ABD ve İsrail’in planları kadar gerçekleşme süreci içine girmiştir .Her üç program da merkezi alanayeni bir düzen vermek üzere hazırlanmış ve bu doğrultuda gerçeklik kazanma durumu dışarıdan zorlanmıştır . Bu tür planlar bölge ülkelerini doğrudan tehdit ettiği gibi aralarındaki çekişmeler yüzünden de terör ve savaş zorlamalarını orta dünya denilen merkezi alandan eksik etmemiştir .Bu yüzden Orta Doğu bölgesi yangın yerine dönmüştür . Merkezi bölgeyi ele geçirmek isteyen batılı emperyalistler ile birlikte Siyonistler de yarışa kalkışınca her türlü savaş senaryosunun bu alanda gerçekleşme şansı kazandığı görülmüştür . Türkiye’nin bir bölge devleti olarak komşu ülkeler ile bir büyük birlikteliği bölgesel yapılanma planı doğrultusunda terör ve savaşa karşı geliştirmesi gerekmektedir .Barış için Merkezi Devletler Birliği adı altında komşu devletler tehditlere karşı bölgesel bir birlik kurmalıdır .